Ahadiyyet Hakkındadır
Ahadiyyet, yalnız zât tecellîsinden ibârettir. Bu tecellîde isimlerin, sıfatların ve müessirlerden hiçbir şeyin zuhûru yoktur. Hakk’a dönük ve halka dönük i’tibârlarının hepsinden soyut olarak tecellî eden sırf Zât’ın ismi “ahadiyyet”tir.
Sen kendi zâtında gark olur, i’tibârlarını ve vasıflarını unutur ve hâtırında olanlardan alâkayı keserek kendini kendinde tefekkür edersen, kâinâtta ahadiyyet tecellîsine senden daha fazla en tam bir şekilde zuhûr yeri olan bir şey olamaz.
Sen, sende ol! Hakk’a dönük vasıflarından haketmiş olduğun şeyleri kendine bağlamayı unut! Halk edilmişlere dönük niteliklerini de bir tarafa bırak; işte insandaki bu hâl, kâinâtta ahadiyyetin en mükemmel zuhûr yeridir, bunu anla!
Ahadiyyet, zâtın, amâiyyet karanlığından, tecellî nûruna birinci tenezzülüdür. Zât’ın en yüksek tecellîleri işte bu tecellîdir. Çünkü bu tecellîde zât, sıfatlardan, isimlerden, işâretlerden, bağıntılardan, i’tibârlardan münezzeh olup, bunların hepsinin zâtta vücûdu bu tecellîde içe dönük hükmüyledir; zuhûr hükmüyle değildir. Genel lisândaki bu ahadiyyet, her çeşit çokluğun aynıdır.
Bunun örneği: Uzaktan bir duvara bakan kimse, çamurdan, kerpiçten, tuğladan, ağaçtan inşâ edilmiş bir duvar görür. Bu görüşte inşâda kullanılan ve duvarın içine karışan malzemeleri tek tek gören bir görüş olmayıp, yalnız duvarı genel görünüşüyle görmek vardır. O duvarın ahadiyyeti, o duvarın inşâasında kullanılan ve içinde bulunan bütün malzemelerin bir arada oluşundan ibârettir. Yoksa duvar o inşâada kullanılan ve içine karışan malzemelerin ismi değildir. Belki duvarın kendine özel olan görünüşünün ismidir.
Bunun gibi sen, gaybını müşâhedende ve sen olmaklıktaki gark oluşunda ancak hüviyetini müşâhede edersin. Senin bu müşâhedende, sana mensûp olan hakîkatlerden hiç bir şey görülebilir değildir. Oysa sen sende dürülüp toplanmış hakîkatlerin bir arada olmasından ibâretsin. Zâtındaki gark oluşun, hüviyetin i’tibârı ile, zâtının tecellîsinin ismi olarak senin ahadiyyetindir. Bu gark oluşunda sana mensûp hakîkatlerin hepsinin bir arada toplanması düşünülemez.
Özetle: Her ne kadar sen, sana mensûp olan hakîkatlerden ibaret isen de, senin zât tecellînde ahadiyyet zuhûr yeri, ibârelerden alâkayı kesmiş zâtındır. Bu ahadiyyet, cenâb-ı ilâhîde sırf Zât’dan ibâret olup, o sırflıkta isimlerden, sıfatlardan, eserlerden ve müessirlerden soyutlanmak zarûrîdir. Şu halde cenâb-ı ilâhîdeki ahadiyyet, tecellînin a’lâsıdır; çünkü bu tecellîden sonraki her tecellîde bir tür tahsîslik vardır; hattâ ulûhiyyette bile. Çünkü ulûhiyyet genellik ve kapsam olmaklık ile tahsîslidir.
Netîce: Ahadiyyet, zâtî zuhûrun ilkidir. Mahlûk için ahadiyyetle vasıflanmak imkânsızdır; çünkü ahadiyyet, Hakk’a dönüklük ve halka dönüklükten soyutlanmış olan “sırf zât”tır. Onun, ya’nî kulun üzerine mahlûkiyetle hükmolunmuştur. Bundan dolayı onun için, ahadiyyetle vasıflanmaya imkân yoktur. Bunun gibi vasıflanmak dediğimiz bir tür iş edinme ve çalışmadır; bu ise ahadiyyetin hükmüne aykırıdır. Bundan dolayı ahadiyyet hükmü ebediyyen mahlûk için olamaz.
Özetle: Ahadiyyet, Cenâb-ı Hakk’a mahsûs zâtî bir tecellîdir. Nefsini bu tecellîde görürsen, bu müşâhede Allah’ın ve Rabb’indendir; hâlk edilmiş olmaklığınla onu iddia etme! Mahlûk için bu tecellîde elbette nasîp yoktur.
O tecellî, zâtî tecellîlerin ilki olarak yalnız Allah’ındır. Sen nefsinle, zâttan ve halktan ve Hak’dan murâd sen olduğunu bildinse, halktan yana kesil ve Hak sübhânehû ve Teâlâ’ya da zâtında isimlerinden ve sıfatlarından hakettiği ile hüküm ver! Allah için müşâhede ettiğin şeyi, nefsin için müşâhede etmiş olanlardan olursun.
Manzûmenin Tercümesi
“Zât’ında münezzeh, isimlerinde ve sıfatlarında mukaddes olan Allah, nefsinin ayn’ı ise de, o “ayn” için müstehak olduğu şeye şehâdet eder!
“Onun güzelliğine vasıflarıyla nefsimde hakdici oldum” deme! Hakîkat şarâbını kâselerle iç! İnsan meclislerinde şarâbı terke kâil olma!
Onun zâtındaki hürmeti muhâfaza ederek, ismini senden kinâye edinsen; Zillet aynasını ismine ayna ve yüksek izzeti O’nun ismine ve vasıflarına mazhar kılsan;
Hazînenin üstüne kendinden bir duvar yaparak, câhilin müşâhedesine engel teşkîl etsen, sana bir zarar mı verir?
Bu bir emânettir, sen bunun kuvvetli bir emîni olup, sırlarını bu sırları önüne gelene açacaklara, ya’nî ağyâre söyleme!”