Tenzîh Hakkındadır
Tenzîh, kadîmin asâleten ve yücelik yoluyla kendisinden kendisi için hak edişi yönüyle, sıfatlarıyla, isimleriyle, zâtıyla fertliğinden ibârettir. Sonradan olanın misliliği ve benzerliği i’tibârı orada yoktur. Hak Sübhânehû ve Teâlâ bundan münferiddir.
Bu duruma göre bizim elimizdeki tenzîh, sonradan olan tenzîhtir. Kadîm tenzîh ona sonradan tâyin edilmiştir. Çünkü sonradan olan tenzîh, karşısında kendi cinsinden bir şeye nispet edilebilen şeyde olur. Kadîm tenzîhin karşısında kendi cinsinden nispet yoktur. Çünkü Hak zıddı kabûl etmez. Bunun için tenzîhin esâsı bilinmez.
Bizim “Hakk’ı tenzîh, tenzihten tenzîh ile olur” dediğimiz bu sebebe dayanmaktadır. Hakk’ın kendisi için olan tenzîhini, başkası bilemez; orada bilinen bir şey varsa “sonradan olan tenzîh”dir. Çünkü sonradan olan tenzîhin i’tibârı, kendisine nispet edilmesi mümkün olan bir hükümden bir şeyin soyutlanması demektir. Tenzîh işte bu şeyde olur. Hak için zâtî benzerlik yok ki, onda tenzîhi haketsin; çünkü Kibriyâ olan zâtının gereğine göre nefsinde münezzehtir.
Bu duruma göre hangi i’tibâr ile olursa olsun, hangi tecellî yerinde zuhûr ederse etsin, “Ben Rabb’imi genç bir delîkanlı olarak gördüm” gibi benzetme yoluyla olsun; yâhut “O nûrdur, ben onu nasıl görürüm” gibi tenzîh yoluyla olsun; Hakk’ın zâtî tenzîhi için hüküm lâzımdır; sıfatın kendisinde sıfat olana lâzım oluşu gibi.
Hak bu tecellî yerinde zâtından zâtı için kadîm tenzîh ile haketmiş olduğu kemâl üzeredir. Bu tenzîhi, Hak’dan başkasına nispet etmek câiz değildir ve onu başkası bilmez. Bundan dolayı Hak, isimlerinde, sıfatlarında, zâtında, zuhûr yerlerinde, tecellîlerinde sonradan olana nispet edilen her şeyden, kadîm oluşu hükmüyle münferiddir. Buradaki sonradan olan vecihlerden bir vecih olsa da, yine hüküm ayniyle böyledir.
Bu îzâha göre tenzîhi, halk edilmişlere dönük tenzîh gibi; teşbihi, halk edilmişlere dönük teşbîh gibi değildir. Böyle tenzîh ve teşbîhten Hak yüce ve münferiddir.
“Tenzîh Hakk’a değil, mahallin tâhir kılınmasına dönüktür” diyenler varsa da, bunların murâdı, karşısında benzetme olan halka dönük tenzîh demektir. Çünkü kul, Hakk’ın vasıflarından olan sıfatlarla vasıflanınca, mahalli tâhir olur ve bu ilâhî tenzîhi yapmasıyla sonradan olma noksanlıklarından hâlis ve sâfî olur. Bundan dolayı o tür tenzîh kula dönüktür.
Hak ise başkasının iştirâk edemeyeceği tenzîh üzerinde bâkîdir. O tenzîhde halk için tecellî yeri yoktur. Demek istiyorum ki, Hakk’a mahsûs tenzîhde mahlûk yönüne dönük bir şey yoktur. Belki o tenzîh, ilâhî nefsin istihkâkı üzerine Hakk’ın zâtı için münferiddir. Bu işâret ettiğimiz şeyi anla!
Şurası da bilinmelidir ki; ben bu kitâbımda, yâhud diğer yazdığım eserlerimden birinde “Bu husûs, Hakk’a mahsûstur, mahlûkun onda nasîbi yoktur” yâhud “bu halka mahsûstur, Hakk’a nispet edilmez” ta’bîrini kullanırsam, bu ta’bîrden kasdım, “zâttan o isim ile isimlenmiş olan veche dönüktür” demektir. Yoksa zât, zâta dönüktür demek değildir. Bunu iyi düşün! Çünkü bu husûs zâtın hem Hak, hem halk vecihlerini toplamış olması üzerine dayanmaktadır.
Hak için hakettiği şeyin nispeti; halk için de hakettiği şeyin nispeti lâzımdır. Bu nispet de birbirine karışmaksızın zâtın gereğine göre mertebesindeki her vecih hâli üzerine bâkîdir. İki vecihten birisi, öbür vecihte zâhir olursa, iki hükümden her biri de, öbüründe mevcûttur, demektir. Bunun îzâhı teşbîh bölümünde gelecektir.
Araz ve cevher olmayan zât, kemâlinde yüce ve mukaddestir.
Manzûmenin Tercümesi:
“Ey kendisiyle iki araz kâim olan cevher; Ey hükmünde ikilik olan “Bir!” Senin ulvî oluşa dâir olan güzelliklerin, tezadların muhtelif olmakla berâber, senin için vâhid olmuştur.
Sen, hüsn-i vâhid olan eşsiz ferdsin. Kemâl, senin için noksansız tamam olmuştur. Sen, bâtın da olsan, zâhir de olsan, sübhânî ulviyyetinin istihkakında dâimsin.
Sonradan meydana getirdiklerinden ârî olan azametli ceberûtunda münezzehsin, mukaddessin, yücesin. Mahlûk, ancak benzerden idrâk eder; Hak ise var edilmekten münezzehtir.”