İsimler Tecellîleri Hakkındadır
Cenâb-ı Hak, kullarından bir kul üzerine ilâhî isimlerinden herhangi bir isim ile tecellî ederse, o kul, o ismin nurları altında mahvolur. Hakk’a ne zaman o isim ile seslensen, o isim kendi üstüne gerçekleştiği için, isme mazhar olan o kul, senin seslenişine cevâb verir.
İsimler tecellîlerinden ilk şehâdet yeri, Cenâb-ı Hakk’ın kuluna, “Mevcûd” ismiyle tecellî etmesindedir. “Mevcûd” ismi o tecellîde kula verilir.
Bundan daha a’lâ tecellîsi “Vâhid” ismiyle tecellîsindedir.
Ondan daha a’lâ tecellîsi “Allah” ismiyle tecellîsindedir. Allah ismiyle tecellîde kul, büsbütün mahvolmuş olarak, kendi varlık dağı yıkılır; Hak o kimseye Tûr hakîkati üstünde “İnnenî enallâhu” (Tâhâ, 20/14) “Muhakkak ben Allah’ım” nefhasıyla seslenir. İşte o zaman Allah, kul ismini mahvederek, onun için Allah ismini isbât eder. “Yâ Allah” diye seslensen o kul, “lebbeyk ve sa’deyk ya’nî buyur, emret!” diye cevâb verir.
Kul bu mertebeden daha ileriye yükselirse, Cenâbı Hak ona kudret ihsân eder ve onu fenâdan sonra bakâya nâil ederse, o kula seslenen kimseye Allah cevâb verir. Meselâ o kimseye “Yâ Muhammed!” diye seslensen, “lebbeyk ve sa’deyk ya’nî buyur, emret!” diye Allah cevâb verir.
Kul, yükselmeye devâm ederse ve kudret kazanırsa, Hak o kul için “Rahmân” ismiyle tecellî eder. Daha sonra “Rab” ismiyle, daha sonra “Melik” ismiyle, daha sonra “Alîm” ismiyle, daha sonra “Kâdir” ismiyle tecellî eder.
Kul, bahsedilen isimlerden her bir isimde Allah’ın tecellîsini gördükçe, tertîb i’tibârı ile daha önceki mertebeden yüksek izzete nâil olduğunu anlar. Çünkü Hakk’ın tafsildeki tecellîsi, icmâldeki tecellîsinden daha yüksektir.
Bundan dolayı Hakk’ın kuluna “Rahmân” ismiyle tecellîsi, “Allah” ismiyle zâhir oluşundaki icmâlin tafsîlidir.
Hakk’ın kuluna “Rab” ismiyle tecellîsi de, “Rahmân” ismiyle zâhir olan icmâlin tafsîlidir.
Aynı şekilde “Melik” ismiyle tecellîsi, “Rab” ismiyle zâhir olan tecellîsindeki icmâlin tafsîlidir.
“Alîm” ve “Kâdir” isimleriyle tecellîsi, “Melik” ismiyle zuhûrundaki icmâlin tafsîlidir.
Diğer ilâhî isimler de böyledir. Fakat zâtî tecellîler bu îzâha tamâmı ile muhâliftir. Çünkü zât, bahsedilen mertebelerden bir mertebenin gereğine göre kendisi için tecellî edince “genele dönük” olan isim, “özele dönük” olan ismin üstündedir. Bundan dolayı “Rahmân” ismi, “Rabb” isminin üstünde, “Allah” ismi bu ikisinin üstündedir. Bu mes’eleyi iyi anla!
Fakat burada bahsettiğimiz isimlere âit tecellîler, zâtî tecellîler gibi değildir. Kul, hakîkati yine “zâtî” olan isimlere âit tecellîlerde nihâyete varırsa, ya’nî bütün ilâhî isimler o kulu, ismin kendisiyle isimlendiğini taleb ettiği gibi taleb eder ve o kul, o bahsedilen isimleri taleb ederse, işte bu yükselmeye mazhar olanın ünsiyyet kuşu, kudsî bahçeler üzerinde aşağıda tercümesi yazılan beş Arapça beytin sözleriyle şakımaya başlar:
“Seslenen Leylâ’nın ismiyle seslenirse, cevâbı ben veririm.
Bana birisi seslense, bana olan o seslenişe Leylâ cevâb verir.
Bunun sebebi, biz ikimiz bir rûh olduğumuz halde, iki cismi işgal ettik.
Bu acâib bir birliktir; zâtı, bir olduğu halde, iki ismi olan bir şahıs gibiyiz.
O şahsa hangi isim ile seslenilse, seslenişte isâbet vardır.
Leylâ’nın zâtı, benim zâtım; benim ismim Leylâ’nın ismidir.
Leylâ benim zâtımdır ve ismi benim ismimdir.
O Leylâ ile benim hâlimin birlikteliği pek garîbtir.
Hakîkatte iki zât olup da, birleştirilerek bir zât olmuş gibi değiliz.
Belki âşık ile ma’şûk, bir zâttan ibârettir.”
İsimler tecellîlerinde hayret edilecek bir şey varsa, o da bu tecellîye mazhar olan kimse, ismi görmez, sâdece zâtı müşâhede eder. Yalnız temyîz ehlinden olanlar, bahsedilen isimlerden hangi isim ile Hakk’ın tecellîsine mazhar olmuşsa, o ismin saltanatını bilir. Çünkü o zâta o isim ile delîl getirmek mümkün olmuştur. Bu temyîze mazhar olanlar, “Allah, Rahmân, Alîm”, yâhud ilâhî isimlerden bunlara benzeyen hangisinin saltanatı altında ise, tecellîye mazhar olanın vakti üzerine hâkim olan, o isimdir. O kimsenin zâttan şehâdet yeri de budur.
İsimler tecellîlerine mazhar olanlar, çeşitli kısımlara ayrılmıştır. Bunlardan ba’zılarının yollarını anlatacağız. Çünkü isimlerin tamâmı için bunu saymaya imkân yoktur. Hattâ Hakk’ın tecellî ettiği her bir isimde bile insanlar ve insanların o isme vâsıl olma yolları çeşitlidir. Ben bu isimler hakkında bilhassa seyr ü sülûkumda müşâhede ettiğim şekilde izâhlar vereceğim. Çünkü benim bu kitâpta ister başkasından, ister kendimden hikâye yoluyla anlattığım ne kadar haller ve makâmlar varsa, bunların hepsi keşif ve muâyene yoluyla “Seyr-i fillâh”ım sırasında mazhar olduğum açılımlar yönüyledir.
İşte, şimdi sâlik olan insanların, isimler tecellîlerindeki nevi’lerini saymaya başlıyorum:
İsimler tecellîlerine mazhar olanlardan ba’zıları Hakk’ın “Kadîm” ismiyle tecellîsine mazhar olur. Bu tecellîye mazhar oluşun yolu şu şekildedir:
Hak o kimseye, halkı halk etmezden evvel kendinin ilminde mevcûd olduğunu ve bu şekilde Hakk’ın ilminin vücûduyla onun da ilâhî ilimde mevcûd bulunduğu ve ilâhî ilmin, ilâhî vücûd ile mevcûd olduğunu açar. Hak, kadîmdir, ilim de kadîmdir; ma’lûm ya’nî bilinen de ilme nisbetle şübhesizdir ki, ilme katılır.
Bundan dolayı o da kadîmdir. Çünkü ilim tahakkuk edince, şübhesiz bilinenin vücûdu da tahakkuk eder. Çünkü âlime, âlimlik ismini veren “ma’lûm ya’nî bilinen”dir. Bu i’tibâr ile, ilâhî ilimde mevcûdların kadîm olduğu sâbit olur. Bu açılıma mazhar olan kulun Kadîm ismi ile, Hakk’a dönüşü geçerli olunca, Hakk’ın zâtındaki ilâhî kadîmlik o kula tecellî edip, kulun “sonradan olan” olması mahvolur; sonradan olmaklığından fânî, Allah ile kadîm olarak bâkî kalır.
Ba’zılarında da tecellî, Hakk’ın “Hak” ismiyle gerçekleşir. O kimsenin bu tecellîye ulaşma yolu da şu şekildedir:
Cenâbı Hak o kimseye “Mâ halaknes semâvâti vel arda ve mâ beyne hümâ illâ bil hakkı” (Ahkâf, 46/3) “Gökleri ve yeri ve ikisi arasında bulunanları biz hak ile halk ettik” âyeti kerîmesindeki hakîkat sırrını açar. Bu şekilde Hakk’ın Hak ismi açısından zâtı o kimseye tecellî edince, halk edilmişlik o kimseden fânî olup, zâtı mukaddes, sıfatları münezzeh olarak bâkî kalır.
Ba’zılarında da Hak “Vâhid” ismiyle tecellî eder. O kimsenin bu tecellîye ulaşma yolu aşağıdaki gibidir:
Hak o kimseye, âlemin asıl yapısını, denizden dalganın gözükmesi gibi, âlemin zâtından görünüşünü açar. O kimse, Cenâbı Hakk’ın mahlûkların adedlenmesinde vâhid ya’nî bir oluşunu müşâhede eder. O müşâhede esnâsında varlık dağı yıkılır ve rûha âit Kelîm’i (Mûsâ’sı) bayılır, düşer. Bundan dolayı çokluğu hakîkî Vâhid’in birliğinde bularak yok olur gider. Bu tecellîde mahlûklar yok olup, Hak zevâl bulmaz olarak bâkî kalır.
Ba’zılarında da Hak “Kuddûs” ismiyle tecellî eder. Bu nevi’den olanların ulaşma yolları da aşağıdaki îzâh yönüyledir:
Cenâbı Hak o kimseye “ve nefahtü fîhi min rûhî” (Hicr, 15/29) “Ona rûhumdan üfledim”in sırrını açarak, o kimseye rûhun kendisinden başka bir şey olmadığını bildirir. Allâh’ın rûhu ise mukaddestir, münezzehtir, işte bu müşâhedede Hak o kimseye “Kuddûs” ismiyle tecellî eder. Kul, var edilmişlere âit noksanlıklardan fânî ve sonradan olma vasfından münezzeh olarak Allah ile bâkî olur.
Bunlardan bir kısmına da Hak “Zâhir” ismiyle tecellî eder. Ya’nî Cenâbı Hakk’ın “Zâhir” olduğunu bilmekliğe yol olsun diye, sonradan olan kesîfliklerde ilâhî nûrun zâhir oluşu sırrını açar. Bu müşâhedede Hak “Zâhir” ismiyle tecellî edince, kul Hakk’ın vücûdunun zâhir oluşunda, halkın fânî ve bâtın olduğunu anlayarak, Hak zâhir ve kul bâtın olur.
Bunlardan bir kısmına da Hak “Bâtın” ismiyle tecellî eder. Bunda ulaşma yolu şudur:
Bu kısımdan olanlar açılımında eşyânın Allah ismi ile ayakta duruşunu, Hakk’ın eşyânın bâtını olduğunu anlar. Bâtın ismiyle Hak ona tecellî edince, Hakk’ın nûrunun gözükmesi ile kul belirsiz olur. Hak onun için bâtın, o kul Hak için zâhir olur.
Bunlardan bir kısmında da Hak, “Allah” ismiyle tecellî eder. Bu tecellîye ulaşma yolu, bir şekle bağlı değildir. Belki Allâh’ın isimlerinden her ismin tecellîsine göre tecellî edicidir. Çünkü kābiliyyetlerin çeşitli oluşuna dayalı olarak tecellîye mazhar olanlardaki, çeşitli adedlenmeden dolayı, ilâhî isimlerin tecellîlerini belirli bir şekle koymanın mümkün olmadığı yukarıda geçmiştir. Hak bir kimseye “Allah” ismiyle tecellî ederse, o kimse kendinden fâni olur. Allah buna karşılık olarak o kimsede bâkîdir. Bu tecellîye mazhar olanın yapısı, sonradan olmak köleliğinden kurtulur.
O var edilmişlik kayıtları ile olan kayıtlılığı çözülür. Bu kimse bu tecellîde “zâtı yönünden ahad ya’nî tek”, “sıfatları yönünden vâhid ya’nî bir”dir; babaları ve anaları tanımaz. Kim Allah’ı zikrederse, o kimseyi zikretmiştir. Kim Allah’a bakarsa, ona bakmıştır. Bu yüce tecellî şeklinde o kimsenin hâl lisânı, aşağıda tercüme edilen manzûmenin garîb olan sözü ve ma’nâsıdır.
Manzûmenin Tercümesi:
“Sevdiğim beni sakladı. Bende benden vekîllik gösterdi. Evet! O, benden karşılıktır. Belki, benim aynım, ayniyle vâki’dir. Ben, o oldum; O, ben oldu. Bu tek vücûdda çekişecek başka vücûd yoktur.
Ben O’nunla O’nda bâkî oldum. Aramızda “ente=sen”in “te”si yoktur. Benim hâlim O’nunla hem mâzî, hem geniş zamandır. Kendimi kaldırdım; akıl da berâber gitti. Ben uykudan uyandırıldım. Artık uyku içinde yatmıyorum.
Ben, beni hakîkat gözü ile Hak olarak gördüm. Doğuşların hepsi, benim güzel alnımdadır. Cemâlimi açtım, sonra tecellî yerleri ve aynalar olarak çeşitlenmelerimle cilâlandım. O aynalarda kemâlât gözüksün diye, bu cilâlanma gerçekleşti.
O’nun vasıfları, benim vasfımdır. Benim zâtım, O’nun zâtıdır. O’nun ahlâkı, benim için cemâlin çıkış yerleridir. Benim ismim, hakkıyla O’nun ismidir. O’nun zâtının ismi, benim ismimdir. Diğer nitelikler ve vasıflar, benim için tâbi’ler türündendir.”
İsimler tecellîsine mazhar olanlardan ba’zısına da Cenâbı Hak “Rahmân” ismiyle tecellî eder. Bunun ulaşma yolu şu şekildedir:
Hak kuluna “Allah” ismiyle tecellî ederek o kimseye, bütün mevcûdlara sirâyet etmiş olan büyüklük ve azamet vasıflarını içine alan en büyük yüce mertebeye zâtıyla delîl olduğu için, bu tecellî feyzi yüzünden “Rahmân” ismi i’tibârıyla da zâtî tecellî sâhibine vâsıl olmaya yol verilmiş olur. Bu tecellîye mazhar olan kulun şânı, kendi üzerine ilâhî isimlerin inmesidir. Zâtının nûrundan Cenâbı Hakk’ın o kula emânet verdiği feyz ne kadar ise, o kul ilâhî isimleri kabûlde, o sûretle devâm üzere olur. Bundan dolayı feyizlerin arkası kesilmeksizin gelişi ile kendisine “Rab” ismi tecellîsi de nâzil olur.
“Rab” ismini kabûl edip, o isim ile Hakk’ın kendisinde tecellîsi oluşunca, “Rab” isminin saltanatı altındaki müşterek nefsî isimler de, o kul üzerine iner. Müşterek nefsî isimler, “Alîm”, Kadîr” ve benzeri isimlerdir. Nefsî isimlerin inişiyle o kul üzerine “Melik” ismi de nâzil olup, o kulun o ismi kabûlü ve Hakk’ın zâtına bu şekilde tecellîsi oluştuğunda, kemâlâtıyla berâber diğer ilâhî isimler de nâzil olarak “Kayyûm” ismine ulaşınca, o ismin feyizleri, Hakk’ın tecellîsiyle kendisine kuvvet gönderdiği esnâda, bahsedilen kul, isimsel tecellîlerden, sıfatsal tecellîlere geçer.