Hayât Hakkındadır
Bir şeyin kendisi için vücûdu, o şeyin tam hayâtıdır. Bir şeyin başkası için vücûdu, o şeyin izâfî hayâtıdır. Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretleri, kendisi için mevcûddur; bundan dolayı “Hayy”dır. Hayâtı, tam hayâttır; ona ölüm gelmez.
Halk, varlığı i’tibârı ile “Allah için mevcûd” demektir. Bundan dolayı halkın hayâtı, izâfî hayâttır; onun için hayâtına fenâ ve ölüm gelir.
Bundan sonra şurası da salt bir hakîkattir ki, Allah’ın halktaki hayâtı, vâhid ya’nî bir olan tam hayâttır. Lâkin halk, o hayâtta çeşitlidirler.
Halktan ba’zılarında hayât, tâm sûret üzerine zâhir olur. Bu insânı kâmildir. Çünkü insânı kâmil, kendisi için hakîkî vücûd ile mevcûddur, mecâzî ve izâfî olmadan. Bundan dolayı o, tam hayât ile hayydır. İnsânı kâmilin dışındakiler böyle değildir. Melâikei illiyyûn da denilen müheymîn melekler; “Kalemi a’lâ, Levhi mahfûz” ve o türden olan diğerleri gibi, unsurlardan oluşmayan şeyler, insânı kâmile dâhil edilmiştir. Bunu anla!
Mevcûdlardan ba’zılarında hayât, kendi sûreti üzerine zâhir olur, ammâ tam değildir; hayvânî insan ve melek ve cin gibi. Çünkü bunlardan her biri, kendisi için mevcûddur, şu veyâ bu şekilde kendisinin olduğunu bilir. Lâkin o vücûd, onun için hakîkî değildir. Çünkü başkasıyla kâimdir. Böyle olduğu için, o Hak için mevcûddur, onun için mevcûd değildir. Bundan dolayı hayâtı tam değildir.
Mevcûdlardan ba’zılarında da hayât zâhirdir; ammâ kendi sûreti üzerine değildir; diğer hayvânların hayâtı gibi.
Mevcûdlardan ba’zılarında da hayât bâtındır. Bundan dolayı kendisi için değil, başkaları için mevcûddur; bitkiler, mâdenler ve bunlara benzeyen şeyler gibi.
Özetin özeti: Bahsedilen şeylerin hepsinde hayât mevcûddur. Mevcûdlardan hiç bir şey yoktur ki, hayy olmasın. Çünkü vücûdu, hayâtın aynıdır. Fark ancak hayâtın tam veyâhut tam olmayışındadır. Hattâ belki hayâtı tam olan Hakk’ın hayâtından başka bir hayât yoktur. Çünkü Hak, mertebesinin hakediş derecesi üzerindedir. Noksan veyâhut fazla olunca, o mertebenin yok olması lâzım gelir.
Bundan şu sonuca ulaşırız ki: Vücûdda, hayâtı tam hayât ile hayy olandan başka mevcûd yoktur. Çünkü hayât, “vâhid ya’nî bir ayn”dır. Onun eksilmesine ve kısımlara ayrılmasına imkân yoktur. Çünkü ferd olan cevherin parçalara ayrılıp bölünmesi mümkün değildir. Bundan dolayı hayât, bu ferd olan cevherden ibâret olup, her şeyde kendisi için kemâliyle mevcûddur. Onun için bir şeyin şeyliği, o şeyin hayâtıdır. O hayât da, eşyânın ayakta durmasına ve kıvâmına sebep olan “Allâh’ın hayât”ından ibârettir.
İşte eşyânın Cenâbı Hakk’ı “hayy” ismi yönünden tesbîh etmesi, bundan ibârettir. Çünkü vücûdda her şey, Hakk’ı her ilâhî isme göre tesbîhtedir. Şu halde mevcûdların Allah’ı “Hayy” ismi yönünden tesbîh etmesi, hayâtı ile vücûdunun aynı olmasından ibârettir.
Eşyânın “Alîm” ismi yönünden Hakk’ı tesbîhi, ilâhî ilmin altına girmelerinden ibârettir. Eşyânın Cenâbı Hakk’a “Yâ Alîm” demesi, Hakk’ın o eşyâ üzerine tahsîs edilmiş bir sıfat ile hükmetmesinden meydana gelerek, eşyânın kendi nefislerinden Hakk’a ilim vermesi demektir.
Eşyânın Hakk’ı “Kadîr” ismi yönünden tesbîhi, kudretinin altına girmelerinden ibârettir.
Eşyânın Hakk’ı “Mürîd” ismi yönünden tesbîhi, hakedişine göre, eşyâyı Hakk’ın irâdesine tahsîs demektir.
Eşyânın Hakk’ı “Semî“‘ ismi yönünde tesbîhi, eşyânın Hakk’a kelâmını işittirmesi demektir. Bu kelâm da, eşyânın hakîkatlerinin hakedişlerine göre hâl lisânı iledir. Fakat Allah ile eşyâ arasında bu kelâm, söz lisânı ile olur.
Eşyânın Hakk’ı “Basîr” ismi yönünden tesbîhi, hakîkatindeki hakedişi yönüyle, ilâhî görme altında taayyünü demektir.
Eşyânın Hakk’ı “Mütekellim” ismi yönünden tesbîhi, ilâhî kelimeden vücûd bulması demektir.
Diğer ilâhî isimleri de bunlara kıyâs et!
Bunları bildinse, şunu da bil ki; Eşyânın hayâtı, eşyâya nisbetle “sonradan olma”, Allah’a nisbetle “kadîm”dir. Çünkü o hayât, ilâhî hayâttır. Hakk’ın hayâtı, Hakk’ın sıfatıdır; Hakk’ın sıfatı ise, zâtına dâhildir. Bunu ne zaman akıl yoluyla anlamak istersen, kendi hayâtına bak ve hayâtını sana olan tahsîs edilmişliği yönünden kayıtla! O zaman sana mahsûs olan rûhtan başka bir şey bulamazsın. Rûhun ise, sonradan olma rûhtur. Bakışını sana mahsûs olan bu hayâttan çekip de, müşâhedeli bir bakış açısından her hayy olan mevcûdun hayâtının da, senin hayâtın gibi olduğunu zevk edebilirsen ya’nî bizzât hakîkatini yaşarsan, o zaman hayâtın, bütün mevcûdlara sirâyet edişini müşâhede eder ve anlarsın ki, âlemi ayakta tutan hayât, Hakk’ın hayâtından ibârettir. İşte o hayât, ilâhî kadîm hayattır.
Bu anlatılan îzâhlarımda, hattâ kitâbımın tümünde işâret ettiğim sırları iyi anla! Çünkü bu kitâba yazılan mes’elelerin çoğu, hiç kimse tarafından anlatılmamıştır. Yalnız her ilimde anlatılmak isteneni, o ilmin terimlerine göre ifâde etmek zarûrî olduğundan, bu şekilde kullanılan terimlere âit kısımlardan başka, benim bu kitâbımda yazdığım îzâhları, benim bildiğim hiçbir kitâbda, benim işittiğim hiçbir hitâbda, benden önce bu şekilde anlatan yoktur. Yerde gökte kendisine hiç bir şey perde olmayan bir göz ile Hakk’ın bana ihsân ettiği müşâhede, bana bu feyzi ihsân etmiştir.
“Ve mâ ya’zubu an rabbike min miskâli zerretin fîl ardı ve lâ fîs semâi ve lâ asgare min zâlike ve lâ ekbere illâ fî kitâbin mubîn” ya’nî “Yerde ve gökte zerre kadar bir şey Rabb’inden gizli kalmaz. Ondan daha küçük veyâhut daha büyük hiçbir mühîm mes’ele yoktur ki, Kitâbı Mübîn’de olmasın” (Yûnus, 10/61).
Şurası da bilinmelidir ki; Ma’nâlardan, şekillerden, görüntülerden, sûretlerden, sözlerden, amellerden, mâdenlerden, bitkilerden ve daha başkalarına kadar kendisine “vücûd” ismi verilen her şeyin kendisinde, kendisi için tam hayât vardır. Bunların hayâtı da, insânî hayât gibidir. Lâkin pek çok kimselerin bakışı bu husûsta perdeli olduğu için, yukarıda sayılanları, insan derecesinden indirerek, “bunların vücûdu, başkalarının vücûduna bağlıdır” demeye mecbûr olduk. Yoksa, eşyadan her şeyin kendisinde kendisi için vücûdu ve tam hayâtı vardır.
O vücûd ve o hayât ile söyler, anlar, işitir, görür, kudret ve irâde gösterir ve istediğini işler. Bu hakîkat, keşif yoluyla bilinir. Biz bunu âşikâr olarak müşâhede ettik. Bu hakîkati, ilâhî haberler de te’yîd etmiştir. Çünkü bir hadîs ile nakledilmiştir ki,
“Kıyâmet gününde insanların amelleri sûretlenerek sâhibine gelir ve ona: “Ben senin amelinim”, diye hitâb eder. O amel gider, diğer amelinin sûreti gelir, o da hitâb eder. Bu şekilde amellerinin sûretlerinin geliş gidişi birbirini tâkip eder.” Aynı şekilde;
“Güzel söz kıyâmette, güzel sûrette; çirkin söz kıyâmette, çirkin sûrette insana, ya’ni sâhibine görünür.”
Bu hadîsi şerîflerden başka Kur’ân’da “ve in min şey’in illâ yusebbihu” (İsrâ, 17/44) ya’nî “Hiçbir şey yoktur ki, Hakk’ı tesbîh etmesin” ma’nâsında olan âyet de bu konuda te’yid edicidir.
Eşyânın hepsi, Allah’ı konuşma diliyle tesbîh eder. Bunu, keşfi açılan kimse işitir. Hâl dili ile de tesbîh eder; nitekim bu bölümde daha önce beyânı geçmiştir. Eşyânın konuşma diliyle tesbîhi hakîkîdir, mecâzî değildir, bunu anla!
İnsanın a’zâ ve organlarının konuşması da bu türdendir.
Hakk’a hamd ü senâ ederim ki, ilâhî keşf bizi bu feyze muvaffak etti. Bizim artık gayba îmânımız, taklîdî îmân değil, tahkîkî îmândir. Halbuki bize göre gayb da yoktur. Bu ta’bîri, içinde bulunduğumuz âlem ve mevki’ nisbeti i’tibârı ile söyledik; yoksa bizim gaybımız şehâdetimizin, şehâdetimiz gaybımızın aynıdır. Yukarıda nakledilen te’yîdi söylemekliğim de muhâtab içindir; yoksa biz keşfe bu nakledilen te’yîd ile ulaştık demek değildir.
Anla! İyi düşün, inşâallah hakîkî rüşde nâil olursun.
Allah hakkı söyler ve doğru yolu gösterir.