21.Bölüm-Sem’ (İşitme) Hakkındadır

Sem’ (İşitme) Hakkındadır

Manzûmenin Tercümesi:

“İlâhî işitme, Hakk’ın eşyâyı konuşmaları yönüyle bilmesi demektir. Eşyâdaki konuşma ba’zen lafzî olur, ba’zan hâl dili ile olur. Hâl dili ile olan, duâ demektir. Bu hâl dili ile olan nutk, Cenâb-ı Hakk’ın indinde fasih nutk gibi gereğe mutâbık olarak söylenen nutk değildir.”

Bilesin ki: İlâhî işitme, ma’lûm olanı ya’nî bilineni ifâde yoluyla Hakk’ın ilminin tecellîsinden ibârettir. Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretleri, her işittiğini işitmezden önce ve işittikten sonra bildiği için işitme, bunun ma’lûmdan hâsıl oluşu yoluyla Hakk’ın ilim tecellîsinden başka bir şey değildir; ma’lûm olan şey, isterse Hakk’ın nefsi olsun, isterse mahlûkları olsun farketmez, bunu anla!

İlâhî işitme, Hakk’ın nefsî vasfından ibârettir. O vasfı Hakk’ın nefsindeki kemâli gerektirmiştir. Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretleri;

  1. Nefsinin kelâmını ve;

  2. İşlerinin kelâmını işitir. Aynı şekilde mahlûklarının kelâmını da hem konuşmaları, hem de halleri yönüyle işitir.

Kendi kelâmı yönünden nefsi için olan birinci işitmesi, ma’lûmdur.

İşleri i’tibârı ile kendine mahsûs olan ikinci işitmesi, isimlerindeki ve sıfatlarındaki i’tibârlar bakımından ve te’sîr edicileri taleb etmesi bakımından, isimlerinin ve sıfatlarının gereğidir. Bu duruma göre kendi nefsine olan icâbeti, o gereği ibrâz etmekten ve o eserlerin isimler ve sıfatlar için açığa çıkmasından ibârettir.

Peygamber-i zî-şânına “Kur’ân ehli, ehlullâhdır ve Hakk’ın seçkinleridir” buyurmuştur. Bu hadîs-i şerîf ile kendilerine işâret edilen ve zâtiyyûndan ya’nî zât tecellîsine nâil olan kullarına Rahmân’ın Kur’ân ta’lîmi, bu ikinci işitme, ya’nî zâtî işlerini işitme türündendir.

Zâtiyyûndan olan kul, isimlerin, sıfatların, zâtların kendisine olan hitâblarını işitir ve o hitâb edenlere, kendisinde sıfat bulunanın o sıfatına icâbet edişi gibi cevap verir. Bu ikinci işitme, kelâm ile olan birinci işitmeden daha kıymetlidir.

Bunun neden daha kıymetli olduğunun îzâhına gelince;

Kelâm ile olan birinci işitmede, Cenâb-ı Hak kuluna işitme sıfatını emânet olarak verince o kul, Allâh’ın kelâmını ilâhî işitme ile işitir. O işitmede adetlere ayrılma olmadığı gibi, sıfatların ve isimlerin zât ile berâber zâttaki hallerini bilmez.

Oysa Rahmân’ın, kullarına Kur’ân ta’lîmi şeklinde olan ikinci işitme, ya’nî işleri i’tibârı ile olan işitmede bu bilinir; çünkü işitmeye âit sıfat, bu ikinci tür işitmede kul için zâtî hakîkattir. İlki gibi emânet olarak alınmış değildir ve başka bir yerden istifâde edilmiş de değildir.

Kulun zâtı için bu işitme tecellîsi geçerli olunca, o kul için rahmâniyyet arşı kurulur. Rabb’i o arş üzerinde istilâ ile tecellî eder. Eğer o kulun ilk önce işleri işitmesi olmasaydı, Zât-ı Deyyân’dan isimler ve sıfatlar bu işitmeyi gerektirmezdi ve o kulun, Rahmân’ın huzûrunda Kur’ân’ın edebleriyle edeblenmesi mümkün olmazdı.

Bu yazılan öyle bir sözdür ki, bunu garîblerden emîn kimseler olan edeb sâhiplerinden başkası anlayamaz. O emîn kimseler olan edeb sâhipleri, bu ikinci “kelâmı işitme” husûsunda, tahakkuk mertebesine ulaşan “ferdler”den ibârettir.

“İkinci kelâmı işitme” dediğimizdeki kelâm için bir son yoktur. Çünkü Hakk’ın kelâmlarına son yoktur. Bu kelâmlar, bahsedilen bu ferdler hakkında tecellîlerin çeşitlenmesi demektir. O yüce erlerde, isimlerin ve sıfatların lügatı ile zâtın hitâb etmesi dâim olup, bu kelâmlaşmalara onların icâbet etmeleri de zevâl bulmaz. Ve bu icâbetleri, zâtlarının hakîkatiyle olup, kendisinde sıfat olanın sıfa-tına icâbet etmesi gibidir.

Bu bahsettiğimiz “isimlerin ve sıfatların lügatı ile zâtın hitâb etmesi”ndeki, isimler ve sıfatlar, bizim elimizde bulunan, ya’nî irfân derecemize Hakk’ın isimlerinden ve sıfatlarından dâhil olanlar türünden olmayıp, bu bahsedilen isimler ve sıfatlar, o erlere tahsîs edilmiştir. O erler için bildiğimiz isimlerden ve sıfatlardan başka Hakk’ın ilminde seçilmiş bir takım isimler ve sıfatlar vardır. O isimler ve sıfatlar, Allah’ın indinde bu dereceye ulaşanlara mahsûstur. Bu seçilmiş isimler, Cenâb-ı Hakk’ın o kulu ile işlerine ve o kulunun Cenâb-ı Hak ile olan ve bahsedilen işlerden ibâret olan hallerine mahsûstur.

O haller kula nisbetle mahlûk, Hakk’ın işlerine nisbetle kadîmdir. İsimlerden ve sıfatlardan nezd-i ilâhîde olan işler, gayb-ı ilâhîde seçilmiş olan sırlardır. Bu nükteyi anla! Çünkü bu nükte, zamânın nâdirlerindendir.

“İkinci kelâm işitme” cümlesinden belirttiğimiz kelâmı okumaya;

“İkra’bismi rabbikellezî halak; Halakal insâne min alak; İkra’ ve rabbükel ekrem; Ellezî alleme bil kalem; Allemel insâne mâ lem ya’lem” (Alak, 96/1-5) “Oku! Halk eden Rabb’inin ismiyle! O, insanı alaktan halk etti. Oku! Ve senin Rabb’in en kerîmdir. O ki kalemle öğretti. İnsana bilmediklerini öğretti.”

âyet-i kerîmesinde Nebiyy-i zî-şâna işâret vardır.

Çünkü bu okuma, iş ehlinin okumasıdır. “İş ehli” dediğimiz ise, Kur’ân ehli olanlardır. Kur’ân ehli dediğimiz ise, muhammediyyûndan “zâtiyyûn ya’nî zât tecellisine nâil olanların” içerinde bulunanlardır. İşte bu zâtiyyûn, ehlullâhın içinden, “seçkinler” denilen “ferdler”dir.

İlâhî kelâmı okuma ve Allâh’ın zâtından ilâhî işitme ile olan birinci işitmeye gelince:

Bu işitme, Kur’ân okuma değil, Furkân okumadır. Furkân okuma, sâfiyete ermişlerin okumasıdır. Bunlar, “Mûseviyyûn-ı nefsiyyûn” derecesine varanlardır. Cenâb-ı Hak, Hz. Mûsâ’ya “Vastana’tuke li nefsî” (Tâhâ, 20/41) ya’nî “Ve seni nefsim için seçtim” buyurdu. Bu nükteden dolayıdır ki, mûseviyye sınıfı, “nefsiyyûn”dur.

Daha önce anlatılan sınıf ise zâtiyyûn ya’nî zât tecellisine nâil olanlar olup, Cenâb-ı Hak bunun için Hz. Muhammed’ine (s.a.v) “Ve le kad âteynâke seb’an minel mesânî vel kur’ânel azîm” ya’nî “Sana seb’-i mesânîyi ve Kur’ân-ı azîmi verdik” (Hicr, 15/87) buyurdu.

Özetle; Kur’ân ehli zâtiyyûn, Furkân ehli nefsiyyûndur; ikisinin arasındaki fark, Habîb makāmı ile, Kelîm makāmı arasındaki farktır.

Allah hakkı söyler, Allah her şeyi bilicidir.