Manzûmenin Tercümesi:
“Allah’ın görmesi, ilminin tecellî mahallidir. Allah kendisini gördüğü gibi, âlemi de görür. Allah’ın ma’lûmunun hepsi, görmesinin aynıdır. Allah’ın bunların hepsini ayânen görmesi dâimdir.
İlâhî görme ve müşâhede de zuhûru i’tibâriyle Hakk’ın ilminin aynıdır. Bu gerekli bir husûstur. Cenâb-ı Hak, ma’lûmunu zâtıyla müşâhede eder. Hakk’ın bu müşâhedesi, azîm ilimden ibârettir. İlim ve görme, Hakk’ın iki vasfıdır. Hakîkatte bir şey’ ise de, iki sıfat i’tibâr edilince bu başka, diğeri başkadır. Çünkü görücülük ve bilicilik bir değildir; ayrı ayrı sıfatlardır.”
Cenâb-ı Hak bizi ve seni muvaffak etsin. Bilesin ki; Hak Teâlâ’nın görmesi, ma’lûmâtını ya’nî bilinenlerini görmesi i’tibârı ile zâtından ibârettir. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın ilmi, ilmine âit çıkış yeri i’tibârı ile zâtının aynıdır. Çünkü Hak, zâtı ile bilir ve zâtı ile görür ve zâtında adetlere ayrılma yoktur. İlminin mahalli, görmesinin mahallidir. İlim ile görme her ne kadar hakîkatte bir şey’ ise de, iki sıfattır.
– Aynı şekilde ilmi ile de kastedilen, ayn âlemindeki bakış yerlerini idrâkten başka bir şey değildir.
Cenâb-ı Hak, hem zâtı ile zâtını, hem de zâtıyla mahlûklarını görür. Bundan dolayı zâtını görmesi, mahlûklarını görmesinin aynıdır. Çünkü görme, ilâhî tek bir sıfattır. Aradaki fark, görünenlerdedir.
İşte bu şekilde Hakk’ın eşyâyı görmesi zevâl bulmaz bir durumdur. Şu kadar var ki, irâdesi bağlanmadıkça, bir şeye bakmaz. Bu şerefli bir inceliktir, bunu anla!
Bu izâha göre eşyâ ebediyyen ve kat’iyyen Hak’dan yana örtülü değildir. Lâkin az önce izâh edildiği şekilde meşiyyeti ya’nî üst irâdesi bağlanmadıkça bir şey üzerine bakması gerçekleşmez.
İşte nebevî hadîs ile ulaştığı şekilde, “Allah’ın kalbe şöyle ve şöyle her gün bakışı vardır,” buyurulması bu türdendir.
Ammâ Kur’ân’da “ve lâ yukellimuhumullâhu ve lâ yenzuru ileyhim” ya’nî “Allah onlara söz söylemez ve onlara bakmaz” (Âl-i İmrân, 3/77) buyrulması bu türden değildir.
Çünkü bu âyetteki bakış, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine yaklaştırdığı kullarına lütuf buyurduğu ilâhî rahmetinden ibârettir. Üstteki hadîsteki bakış ise böyle değildir. O bakış kalbedir; hadîste ulaştığı yönledir.
Yukarıda, ilâhî bakış sıfatına âit söylenen îzâhlar, yalnız bakışa âit sıfata mahsûs olmayıp, diğer ilâhî sıfatlar için de geçerlidir.
“Ve le neblüvenneküm hattâ na’lemel mücâhidîne minküm ves sâbirîne“ (Muhammed, 47/31) ya’nî “Sizden mücâhidleri ve sabredenleri bilmek için elbette sizi tecrübe edeceğiz” âyetini görmüyor musun? Zannetme ki, Cenâb-ı Hak onları tecrübe etmeden önce bilmiyordu; Allah, cehâletten yana yücedir.
Aynı şekilde kalbe bakışta da, “her gün şöyle şöyle baktığı kalb”, ilâhî bakıştan hiçbir zaman kaybolmuş değildir.
İlâhî bakış hakkındaki bu îzâhların altında öyle sırlar saklanmıştır ki, bu şekilde dikkât çekmekten başka bir şekilde o sırları açmak mümkün olmaz. İrfânı olan irfânına sımsıkı sarılır ve durmadan bunun üzerinde çalışır. Te’vîl yoluna giden elbette bir tür boşluğa düşme tehlikesindedir. Bunu anla!
Bilesin ki: Göz bebeğinden, eşyâya bakıcı olan bakışa âit idrâk kuvvesi, insandaki görmeden ibârettir. Bu göz bebeği, eşyâya kendisinden bakmayıp da, kalb mahallinden bakarsa, o görmenin adına “basîret” ismi verilir. İşte bu basîret, aynıyla Hakk’a nisbet edilen “kadîm görme”dir. Bu sır senin için açılırsa, -o da ancak Allah’ın lütfuyla açılır- eşyânın hakîkatlerini olduğu gibi görmeye muvaffak olursun. Görüşünden hiç bir şey perdeli ve örtülü olmaz.
Bu kelâmlar ile sana işâret ettiğim acâib sırrı anla!
O kelâmların gelin gibi olan ma’nâlarından, duvağını kaldır. İşini Cenâb-ı Hakk’a çevir; sen, sensiz sen ol! Hattâ sen de olma; belki istediği gibi sende tasarruf eden Allah olsun. “İstediği gibi tasarruf” dediğim, sıfatlarının ve isimlerinin gereklerine göre tasarrufu demektir.
Bu kelâmlardaki örtücü kabuğu at! Parlayan özünü al!
“İnnî veccehtu vechiye lillezî fatares semâvâti vel arda hanîfen ve mâ ene minel müşrikîn” (En’âm, 6/79) ya’nî “Muhakkak ben hanîf olarak yüzümü yeri ve göğü fıtratlandırana çevirdim.Ben müşriklerden değilim” âyetinin hakîkatini anla!