Celâl Hakkındadır
Bilesin ki, ilâhî celâl, Hakk’ın o isimlerde ve sıfatlarda aslî mâhiyyetleri üzerine olduğu gibi zuhûruyla zâttan ibârettir. Bu, icmâl yollu bir ta’rîftir. Tafsîlatlı olarak ta’rîf edilirse;
İlâhî celâl, azamet ve kibriyâ, mecd ü senâ ve her türlü cemâlden ibârettir. Çünkü cemâlin zuhûrunda şiddet olursa, ona da “celâl” denilir. Tıpkı ilâhî celâlin halk üzerine ilk zuhûrunda, celâle, “cemâl” denildiği gibi.
“Her cemâlin celâli ve her celâlin cemâli vardır,” diyen, bu sözü bu inceliğe göre söylemiştir. Fakat halkın halka göre gerçekleşen ellerindeki ilâhî cemâl, kendileri için ortaya çıkışı i’tibârı ile ancak ya cemâlin celâli, yâhut celâlin cemâlidir. Mutlak cemâli ve mutlak celâli müşâhede ise, Hak’dan başkası için olamaz. Halkın o mes’eleye münâsebeti yoktur.
– Cemâli îzâh ederken de, “cemâl yüce sıfatlardan ve güzel isimlerden ibârettir” demiştik. Burada da ilâhî isimleri ve sıfatları seçmek halk için mümkün değildir. Çünkü Allah’ın indinde ilâhî seçime mahsûs ilâhî isimler vardır; onlar da cemâldir, demiştik;
Bundan dolayı şu sâbit olur ki, mutlak cemâli ve mutlak celâli müşâhede, Hak Teâlâ’ya mahsûstur. Bunu bildikten sonra, şunu da bil ki, Hakk’ın isimleri ve sıfatları hakikatlerinin gereklerine göre dört kısımdır:
1- Zâtî isimler ve sıfatlar
2- Celâlî isimler ve sıfatlar 3- Kemâlî müşterek isimler ve sıfatlar 4- Cemâlî isimler ve sıfatlar
Aşağıda hepsini kısımlarına göre sıralamış bulunuyorum.
Allah es-Samed el-Ahad el-Kuddûs el-Vâhid el-Hayy el-Ferd en-Nûr el-Vitr el-Hakk
2- Celâlî isimler ve sıfatlar
el-Kebîr er-Rakîb Zü’l-batş el-Müteal el-Vâsi’ el-Basîr el-Azîz eş-Şehîd ed-Deyyân el-Azîm el-Kavî el-Muazzib el-Celîl el-Metîn el-Mufaddıl el-Kahhâr el-Mümit el-Mecîd el-Kâdir el-Muîd Zü’l-havl el-Muktedir el-Müntakim -ellezî lem yekûn lehü küfüvven ahad el-Mâcid -Zü’l-Celâli ve’l-ikrâm eş-Şedîd el-Mütekebbir el-Mâni’ el-Kâhir el-Kâbız ed-Dârr el-Gayyûr el-Hâfız el-Vâris Şedîdu’l-ikâb el-Müzil es-Sabûr el-Cebbâr
3- Kemâlî müşterek isimler ve sıfatlar
er-Rahmân el-Vâlî el-Müteâlî el-Melik el-Kayyum Malikü’l-Mülk er-Rab el-Mukaddim el-Muksid el-Müheymin el-Muahhir el-Câmi el-Hâlik el-Evvel el-Ganî es-Semi’ el-Âhir ellezî leyse ke müslıhi şey’ün el-Basîr ez-Zâhir el-Muhît el-Hakem el-Bâtın es-Sultan el-Adl el-Velî el-Mürîd el-Hakîm el-Mütekellîm
4- Cemâlî isimler ve sıfatlar
el-Alîm el-Muiz el-Vâcid er-Raşîd er-Rahîm el-Hafîz ed-Dâim el-Karîb es-Selâm el-Mükît el-Bâkî el-Mücmil el-Mü’min el-Mükît el-Birr el-Mucîb el-Bâri el-Hasîb el-Münim el-Kefîl el-Musavvir el-Cemîl el-Afüvv el-Hannân el-Gaffâr el-Halîm el-Gatûr el-Mennân el-Vahhâb el-Kerîm er-Raûf el-Kâmil el-Fettâh el-Vekîl el-Muğnî -lem yelid ve lem yûled el-Bâsit el-Hamîd el-Mûtî el-Kâfî er-Rafi’ el-Mübdî en-Nafî’ el-Cevâd el-Latîf el-Hayy el-Hâdî Zü’t-tavl el-Habîr es-Sabûr el-Bedî’ eş-Şâfî er-Rezzâk el-Mütekellim el-Müafî
Bilesin ki, ilâhî isimlerden ve sıfatlardan her ismin ve her sıfatın eseri vardır. İşte o eser cemâlin yâhut celâlin veyâhut kemâlin görünme yeridir.
Örneğin;
– Aynı şekilde rahmet edilenler, ilâhî rahmetin görünme yerleridir. – Selâmete nâil olanlar “Selâm” isminin görünme yerleridir.
Hiç bir mevcûd yoktur ki, salt yokluktan yana selâmette olmasın. Hiç bir mevcûd yoktur ki, ona ilâhî rahmet erişmesin. Rahmetin erişmesi, ya Hakk’ın rahmeti vücûda getirmesiyle veyâhut bir şeyin vücûdundan sonra “özel rah-met”e nâil olmasıyladır. Aynı şekilde, hiç bir mevcûd yoktur ki, Allah’ın ma’lûmu olmasın.
Bu îzâha göre mevcûdların hepsi, mutlak sûrette cemâlî isimlerin görünme yerleridir. Çünkü cemâlî isimlerden ve sıfatlardan hiç bir isim ve hiç bir sıfat yoktur ki, eseri i’tibâriyle vücûda kapsam olmasın. Bu kapsam umûmî yâhut husûsî olabilir. Kısaca mevcûdların hepsi, Hakk’ın cemâlinin görünme yerleridirler.
Aynı şekilde, her celâlî sıfat da eseri gerektirir, Kâdir, Rakîb, Vâsi’ isimleri gibi. Çünkü bunların eserleri vücûda sirâyet etmiştir. Mevcûdlar, ba’zı celâlî sıfatlar i’tibârı ile celâl görünme yerleridir. Çünkü hiç bir mevcûd yoktur ki, o mevcûd Hakk’ın celâlinin sûreti ve görünme yeri olmasın.
Celâlî isimlerden bir kısım da vardır ki, mevcûdlardan ba’zısına tahsîs edil-miş olup, dîğer mevcûdlarda bulunmaz; Müntakim, Muazzib, Dârr, Mâni’ ve bunlara benzeyen dîğer isimler gibi. Çünkü mevcûdların ba’zısı bu isimlere görünme yeri olup hepsi bu isimlere görünme yeri değildir. Ammâ cemâl isimleri böyle değildir.
Çünkü cemâl isimlerden her biri vücûda kapsamdır. İşte “Rahmetim gazabımı geçmiştir” hadîs-i kudsîsinin sırrı budur. Bu îzâhları iyi anla!
Kemâlî müşterek isimlere gelince:
• Ammâ bir yön veyâhut sınırlanmış çeşitli yönler ile.
• Aynı şekilde bir i’tibâr ile veyâhut sınırlanmış çeşitli i’tibârlar ile.
Bunu anla!
– Müşterek isimlerden ba’zıları da, mevcûdların o isimlere sûret ve görün-me yeri olmasını gerektirmez. Ganî, Adl, Kayyûm ve bunlara benzeyen ilâhî isimler gibi. Bu kısımdan olan ilâhî isimler, zâtî isimlere dâhildir. Bunlara, “müşterek isimlerdendir” dememizin sebebi, bu tür isimlerde cemâl ve celâl kokusu olduğundan dolayıdır, bunu anla!
Bu anlatılanlara vâkıf olduktan sonra, şunu da bilmen gerekir ki;
İnsân-ı kâmil, ilâhî isimlerin hepsine görünme yeridir. O ilâhî isimler ister müşterek olsun ister olmasın, ister zâtî, ister celâlî, isterse cemâlî olsun, farketmez. İnsân-ı kâmil, bu türlerin hepsine görünme yeridir.
– Mutlak celâlin görünme yeri olan cehennem; – Dünyâ ve âhiret denilen iki âlem;
insân-ı kâmilden başka bütün mevcûdlarıyla berâber mertebe isimlerinin görünme yerleridirler. Fakat zâtî isimlerin görünme yerleri değildirler. Zâtî isimlerin ve dîğer isimlerin tam olarak görünme mahalli, tek başına insân-ı kâmildir. Mevcûdlardan hiç bir şeyin bu zâtî isimler açısından kesinlikle ve kesinlikle kudreti ve münâsebeti yoktur.
“İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yah-milnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân, innehu kâne zalûmen cehûlâ“ ya’nî “Biz emâneti göklere, yere, dağlara arz ettik; o emâneti yüklenmekten çekindiler ve o emânetten kaçtılar. O emâneti insan yüklendi. Muhakkak o çok zulmedicidir, çok câhildir” (Ahzâb, 33/72) âyet-i kerîmesi bu sırra işârettir.
Bu âyetteki emânetten kasıt, zâtı ve isimleri ve sıfatları i’tibârı ile Hak’dan başkası değildir. Vücûdda bütün varlığıyla bahsedilen bu emâneti, insân-ı kâmilden başka yüklenen yoktur. İşte bu ma’nâya Peygamberimiz (s.a.v) “Kur’ân benim üzerime bir cümle olarak indirildi” hadîs-i şerîfiyle işâret buyurmuştur.
Özetle:
– Yeryüzü, altında ve üstünde bulunan mahlûk türlerinin hepsi, – Hakk’ın isimlerinin ve sıfatlarının hepsiyle tahakkuk etmekten âciz oldukları için, o isimlerden ve sıfatlardan “çekindiler”. Çünkü kābiliyyetleri buna müsâid değildi. – Bu isimler ve sıfatlardan “kaçtılar”, kusûrları ve za’fları buna sebep oldu. – Hakk’ın isimlerinin ve sıfatlarının hepsini “insan yüklendi.” – Bundan dolayı, nefsine “çok zulmedici” oldu. Ya’nî nefsine hakkını tamâmıyla vermesi kendisi için mümkün olmadı. Nefsine hakkını tamâmıyla vermek, Cenâb-ı Hakk’a senâyı hakkıyla tam olarak yapmaya bağlıdır. Oysa Cenâb-ı Hak, “Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî” ya’nî “Allah’ın kadrini hakkıyla takdîr edemediler” (Zümer, 39/67) buyurdu. İnsanın “çok zulmedici” olması demek, nefsini hakkıyla takdîr edemediğinden dolayı nefsine zulüm etti demektir. – Sonra bu âyette Cenâb-ı Hak, insanı “çok câhil” vasfıyla vasıflandırarak ma’zûr olduğunu da bildirdi. Ya’nî, insanın kadri çok büyük olduğu halde, insan buna câhildir ve bundan gâfildir. Bundan dolayı ma’zûrdur. Çünkü, Allah’a hakkıyla senâ ederek, nefsinin kadrini takdîr etmedi.
Bu âyet-i kerîmenin ikinci bir yönü daha vardır. O da şöyledir:
Bu âyetteki “zalûm” ism-i fâil ya’nî kendisinden fiil çıkanın sıfatı değil, ism-i mef’ûl ya’nî kendisine fiil te’sîr edenin sıfatıdır. “İnsan zalûmdur”, demek, “insan mazlûmdur” demektir. Çünkü, insân-ı kâmilin derecesi yüksek, mevki’ çok büyük olduğu için, onun hukûkuna tam olarak riâyet etmeye kimse kâdir değildir. Bu bakış açısından mahlûkların insân-ı kâmile muâmelesi i’tibârı ile insân-ı kâmil mazlûmdur.
Aynı şekilde “cehûl” kelimesi ism-i fâil değil, ism-i mef’ûldür; ya’nî mechûldür demektir. Çünkü insân-ı kâmilin hakîkati, uçsuz bucaksız olduğu için bilinemez. Ve bu ma’nâya göre “cehûl” ta’bîri, diğer mahlûkların, insân-ı kâmile karşı muâmeleyi bilememekte ma’zûr olduklarını Hakk’ın beyânıdır. Bu özür ile insân-ı kâmile muâmele zulmünün vebâlinden mahlûklar kurtulurlar. Ve ilâhî zâtın, ilâhî isimlerin ve ilâhî sıfatların açığa çıkmasından ibâret olan insân-ı kâmilin âhirette, derecesi üzerindeki perde açıldığı zaman, bu ma’zeret bu vebâl sâhiplerine bağışlanma sebebi olur.
İnsân-ı kâmile âid mertebelerin ba’zısı, bu kitâbın özel bir bölümünde gelecektir, bunu anla!
Allah, hakkı söyler ve doğru yola hidâyet eyler.