29.Bölüm-Ebed Hakkındadır

Ebed Hakkındadır

Ebed, “Allah için” sonralık kavramından ibârettir.

Zâtî zorunlu vücûdunun gereği yönünden Allah için “ebed” bir hükümdür. Çünkü Allah’ın kendi nefsi için olan varlığı, zâtı ile kâimdir. Zâtı ile kâim olduğu içindir ki, kendisi için bakâ, geçerli olmuştur. Çünkü Allah, yoklukla öne geçmiş değildir. İmkân dâhilinde olandan evvel ve sonra, kendisine bakâ ile hükmedilmesi, işte bu şekilde zâtıyla kâim olup, başkasına ihtiyâcının olmayışından dolayıdır.

İmkân dâhilinde olan ise böyle değildir. Her ne kadar o da sonsuz ise de, vücûdu kesintiye uğramaya mahkûmdur. Çünkü yokluk ile öne geçmiştir. Her yokluk ile öne geçenin, dönüş yeri yine yokluktur. Bundan dolayı imkân dâhilinde olanın üzerine yokluğa gitme ile hüküm zarûrîdir. Böyle olmasa, imkân dâhilinde olanın da bakâda Hak ile berâber yürümesi lâzım gelir; bu ise muhâldir.

Bu şekilde imkân dâhilinde olanın yokluğa gitmekle ve Hakk’ın bakâ ile vasıflanmasından dolayıdır ki, Allah için sonralıkla hüküm geçerli olmuştur.

Bilinsin ki, sonralık ile öncelik, Allah için hükümseldir, zamânsal değildir. Çünkü Allah üzerine zamân geçmesi muhâldir. Bu işâret ettiğimiz şeyi anla!

Özetle, Hakk’ın ebedi, imkân dâhilinde olanın vücûdunun kesintiye uğra-masından sonra Hakk’ın vücûdundaki devamlılığı i’tibârı ile zâtî işinden ibârettir.

Bilinsin ki; imkân dâhilinde olanlardan her birinin de ebedi vardır.

– Âhiretin ebedi, âhiretin Hakk’a geçmesiyledir.

Şu kadar var ki, imkân dâhilinde olanların ebedlerinin kesintiye uğraması hükmü zarûrîdir. O ebedler, ister cennet ehlinin ebedleri, isterse ateş ehlinin ebedleri olsun. Bu tür ebedler ne kadar devâm da etse, ne kadar devamlılığı uzun da olsa, yine kesintiye uğramaya mahkûmdur. Çünkü Hakk’ın ebediyyetini tasavvur etmek, Hak’dan başkasının kesintiye uğramasına hükmetmeye bizi mecbûr kılmaktadır.

Bundan dolayı Hakk’ın bakâsına kadar, mahlûkun vücûdunun devâmına imkân yoktur. Biz sâdece bu mes’elenin îzâhını anlaşılabilir bir ibâre hâline sokmuş olduk; çünkü biz, apaçık bir keşf ile müşâhede ettik. İsteyen bu îzâhımıza îmân eder, istemeyen etmez.

Bilinsin ki, âhiret hallerinde her bir hâl için “ebediyyet” hükmü vardır. O haller ister rahmete nâil olanların, isterse azâba dâhil olanların halleri olsun, farketmez. Bu azîz bir sırdır ki, bu sırrı, keşfe nâil olanlar ancak bizzât hakîkati ile yaşayabilir. Ve o kimse, o âhirete âit hâlde ebediyyen kesinti olmadığını bilir.

Bu âhirete âit hâl, kendine has bir hâldir. Ba’zen o hâl, olduğu şekilden başka bir hâle intikâl eder, ba’zen de intikâl etmez. Başka bir hâle intikâl ederse, bahsedilen “kendine hâs bir hâl olma” hükmü ikinci halde de dâimdir. Bu hüküm, âhiret hallerinden ne kesilir, ne de ayrılır. Bu müşâhedeye âit bir husûstur, aklın bunda mecâli yoktur.

Çünkü akıl, bunu halledemez. İnşâllâhu Teâlâ cennet ve cehennem bahislerinde bu söylediğimiz hakkında yeteri kadar îzâhlar gelecektir. Kısaca, Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinin ebedi, ebedlerin ebedidir; ezeli de, ezellerin ezelidir.

Bilinsin ki, Hakk’ın ebedi, ezelinin; ezeli, ebedinin aynıdır. Çünkü ebed, izâfî olan iki tarafın (evvelliğin ve âhirliğin) Hak’dan kesilmesinden ibârettir. Hakk’ın bakâ ile zâtının ferdliği, bununla tahakkuk eder.

– Hak’dan âhirlik izâfetinin kesilmesiyle, âhirlik bağlantısından sonra Hakk’ın bakâsına, “ebed” ismi verilir.

Bu ikisi, ya’nî ezel ile ebed Allah için iki vasıftır. Zorunlu vücûdun akledilmesi için zamânsal izâfet bu vasıfları çıkartmıştır. Yoksa, ne ezel vardır, ne de ebed vardır. Kendisiyle berâber hiçbir şey olmamak üzere Allah mevcûddur. Ve şu an dahi o vücûd ile yine Hak mevcûddur.

Yine kendisiyle beraber, kendisinden başka bir şey yoktur. Allah için, ebedden ibâret olan ezelden başka bir vakit yoktur. “Ebed” dediğimiz, kendi üzerine zaman geçmesi olmaksızın, Hakk’ın vücûduna hüküm ile beraber, zamân hükmünün ilâhî bakâya uzayabilmesi hükmünün kesintiye uğramasından ibârettir. Kısaca, Hakk’ın bakâsı, zamanın kesintiye uğramasından ve Hak ile berâber zamanın devâmı olmasından ibâret olup, “ebed” dediğimiz işte budur.