31.Bölüm-Allah’ın Günleri Hakkındadır

Allah’ın Yevmleri (Günleri) Hakkındadır

Hakk’ın günleri, kemâlât çeşitlerinden zâtının gereği i’tibârı ile tecellîleri ve zuhûru demektir.

İlâhî tecellîlerden her tecellî için ilâhî hüküm vardır. O ilâhî hükme “şe’n” ta’bîr edilir. O şe’nden ibâret olan ilâhî hükmün vücûdda o tecellîye layık eseri vardır. Bundan dolayı vücûdun ihtilâfı yâ’nî her zamanda değişkenliği, o ilâhî şe’nin eseridir. O ilâhî şe’ni değişkenlikle, vücûd üzerine hâkim olan tecellî gerektirir. İşte “külle yevmin hüve fî şe’nin” (Rahmân, 55/29) âyetinin ma’nâsı budur. Bilinsin ki, bu âyet-i kerîme için ikinci bir ma’nâ daha vardır.

O ma’nâ Hakk’a dönüktür. Her tecellî için bir şe’n ve her şe’n için sonradan olan vücûdda bir eser olduğu gibi, o tecellî için bir de gerek vardır. O gerek, zâtı i’tibârı ile Hakk’ın nefsinde olan çeşitlenmeden ibârettir. Çünkü Cenâb-ı Hak, her ne kadar nefsinde değişkenliği kabul etmezse de, her tecellîde onun için bir değişkenlik vardır. İşte “sûretler için halden hâle geçme” dedikleri budur.

Özetle, Hak için değişkenliğin olmayışı zâtî hükümdür. Hak için, tecellîlerde çeşitlenme ise vücûda âit aynî bir husûstur. Şu halde Hak, hem çeşitlenen hem çeşitlenmeyen ma’nâsına olarak, hem değişken hem de değişken olmayandır. Yâ’nî;

– Zâtî kemâlinin gereğine göre kendi zâtında halden hâle geçici değildir.

Çünkü Cenâb-ı Hak, zâtî kemâli ne ise onun üzerine olup, o kemâlden değişkenliği için imkân yoktur. Bu i’tibâr ile Allah değişkenlikten son derece yücelik ile yücedir. İşte “külle yevmin hüve fî şe’nin” (Rahmân, 55/29) sözünün sırrı bu olup, ikinci ma’nâsı dediğimiz budur.

Bilinsin ki, Cenâb-ı Hak, kulu üzerine tecellî edince Hakk’a nisbetle o tecellîye “ilâhî şe’n”, kula nisbetle ise “hâl” denilir. Bu tecellîye ilâhî isimlerden bir ismin yâhut ilâhî sıfatlardan bir sıfatın hâkim olması zarûrîdir. İşte hâkim olan isim, yâhut o sıfat, o tecellînin ismidir. Her ne kadar bizim kudret elimizde ilâhî isimlerden ve sıfatlardan bu tecellîye mahsûs bir isim yâhut sıfat yoksa da, tecellîye zuhûr yeri olan velînin hâlinin ismi, o zuhûr yeri olduğu ilâhî tecellînin isminin aynıdır. İşte,

– “Ya Rabbi, ben kendini isimlendirdiğin, yâhut gayb âleminde kendine seçtiğin ve tahsîs ettiğin her isim ile Sen’den isterim ve duâ ederim”

şeklindeki Peygamber (s.a.v)’in duâsının ma’nâsı budur.

• Hakk’ın nefsini isimlendiği isimler, kullarına nisbetle Hakk’ın bilinme sebebi olan isimlerdir. • Gayb âleminde kendisi için seçtiği ve tahsîs ettiği isimler ise, ilâhî tecellîlere mazhar olan kullarının hallerini bildiren isimlerdir. O isimler, tecellîye mazhar olanın gaybında seçilmiş ve tahsîs edilmiş isimlerdir. • “Senden isterim ve duâ ederim”in ma’nâsı, “o tecellîye bağlı usûllerden, riâyet edilmesi zorunlu olanlarla kâim olmak” demektir.

Bu bir bizzât yaşayıştır ki, bu şehâdet yerine ulaşmayan bunu bilemez. Çünkü aklın fikrî görüş yolundan bu sırra erişmesi mümkün değildir; meğer ki kuvvetli îmân sâhibi olup, îmânı aklın üstüne çıkarak, kilidi açmış ola.

Bu bilgilerden anlaşılmıştır ki, ilâhî gün, ilâhî tecellîden ibârettir, halk için olan günler değildir. Çünkü, mahlûk olan günlerin ve zamanların Hak üzerine geçmesi muhâldir.

Şu halde “lillezîne lâ yercûne eyyâmallâhi” (Câsiye, 45/14) âyetinin ma’nâsı, “Allah’ın tecellîsini ummayan kimseler” demektir. Çünkü, bu tür umması olmayanlar, Hakk’ın vücûdunu inkâr edip, imân etmeyenlerdir. Bir şeyi inkâr eden ve o şeyin olmadığına inanan, elbette o şeyin zuhûrunu talep etmez, demektir. İşte o tür kimseler, “lâ yercûne likâenâ” ya’nî “Bizim likâmızı ummayanlar” (Yûnus, 10/11) âyetiyle kendilerine işâret edilen kimselerdir.

Çünkü Hakk’ın likâsı, Hakk’ın yakınlığı ve tecellîsi demektir. İster bu tecellî dünyada, ister âhirette olsun. Bunu anla!

Allah, hakkı söyler ve doğru yola hidâyet eder.