32.Bölüm-Salsalatü’l ceres (Çan sesi) Hakkındadır

Salsalatü’l ceres (Çan sesi) Hakkındadır

Salsalatü’l-ceres, ilâhî kudretlilik sıfatının şiddetli inkişâf etmesi demektir.

Bu inkişâf, bir çeşit azâmetle tecellî etme sûretiyle olur. Salsala, ilâhî kahır hâlinin zuhûrundan ibârettir. Bunun sebebi, ilâhî sâlik olan kul, kudret hakîkatiyle tahakkuka doğru ilerleyince, bu hâlin başlarında kendisine salsala-i ceres zâhir olur, işte o salsala, kulu kuvvet ve azâmet yoluyla kahreder. Bu kahır esnâsında, hakîkatlerin şiddetli çarpışmasından bir çınlama ve inilti türünden ses işitilir. Bu türden işitilen ses, dışarıdaki salsala-i ceres ya’ni çan sesi gibidir.

Bu bir mertebedir ki, o mertebe kalbleri azâmet hazretine girme cür’etinden men’ eder. Bu men’, o mertebeye erişeni kahır için, mâ’nevî bir kuvvet yüzündendir. Bu kahredici olan kuvvet, ilâhî mertebeyle kulların kalbleri arasına çekilen en büyük perdedir. Salsala-i ceresi işitmedikçe, ilâhî mertebelerin açılma-sına yol yoktur.

Beni, birinci semâvâta yürüttükleri gece, bu yüksek makāma ve çok çok güzel manzaraya ulaştığım zaman, o mahâllin hâlinden öyle müthiş bir hâlet oluştu ki;

– O esnâda heybetiyle dağları yıkma ve izzetiyle insanlara ve cinlere baş eğdirme kudretinde olan salsala-i ceresten başka bir şey işitmiyordum. – Ateş sağnakları yağdıran ve fakat nûrlardan oluşmuş olan bulutlardan başka bir şey görmüyordum. – Bununla beraber ba’zısı ba’zısının üstünde yığılmış olan zât denizlerinin ka-ranlıkları içinde idim. – O karanlıkların ne üstünde gök, ne altında yer var idi. – Sâbit ve hareketsiz dağları yürütülmüş gördüm. – Yeri bâriz olarak gördüm. – “Ve yevme nuseyyirul cibâle ve terel arda bârizeten ve haşernâhum fe lem nugâdir minhum ehadâ / Ve uridû alâ rabbike saffâ” ya’nî “Ve o gün dağları yürüteceğiz ve yeri bâriz olarak görürsün. Ve Biz halkı hiç kimse geriye kalmamak üzere topladık ve Rabb’larına saf saf arz olundular” (Kehf, 18/47-48) âyetinin ma’nâsı tahakkuk etmişti. Halkın bu şekilde Hakk’a karşı saf olarak durması, ezelen ve ebeden zâil olmayıp, dâimdir.

– Denildi ki: • “İzes semâunşakkat / Ve ezinet li rabbihâ ve hukkat” ya’nî “Yarıldı. Rabb’ini dinledi, itâat etti ve hakettiği oldu” (İnşikak, 84/2).

– Denildi ki: • “Ve izel ardu muddet / Ve elkat mâ fîhâ ve tehallet” ya’nî “Yer uza-tıldı, içindekileri attı ve boşaldı” (İnşikak, 84/3-4).

– Denildi: “O zaman ki”; • “İzeş şemsu kuvviret;” “Güneş dürüldü” • “Ve izen nucûmun kederet;” “Yıldızlar karartıldı” • “Ve izelcibâlu suyyiret;” “Dağlar yürütüldü” • “Ve izel ışâru uttılet;” “Yüklü develer salındı” • “Ve izel vuhûşu huşiret;” “Vahşiler bir araya getirildi” • “Ve izel bihâru succiret;” “Denizler tutuşturuldu” • “Ve izen nufûsu zuvvicet;” “Nefsler eşleştirildi” • “Ve izel mev’udetu suilet;” “Diri diri gömülen kız çocuklarına soruldu” • “Bi eyyi zenbin kutilet;” “Hangi günah ile öldürüldü” • “Ve izes suhufu nuşiret;” “Sayfalar neşredildi” • “Ve izes semâu kuşitat;” “Semâ sıyrılıp kaldırıldı” • “Ve izel cahîmu su’ıret;” “Cehennem kızıştırıldı” • “Ve izel cennetu uzlifet;” “Cennet yaklaştırıldı” (Tekvîr, 81/1-13).

Müşkillerimin çözücüsü dedi ki: - “Alimet nefsün mâ ahdaret” ya’nî “Her nefs,hazırladığını bildi” (Tekvîr, 81/14)

Bu gerçekleşen müthîş hâl, benim için bir küçük kıyâmet idi. Cenâb-ı Hak bunu benim gözümün önüne en büyük kıyâmete misâl olarak dikti. Bu hâl ve vaziyetten haberdâr olayım da, irfân takımına girmeye hevesli olanları doğru yola hidâyet edeyim şeklinde beni uyarıyordu.

O sırada tetkîk sorucusu, tahkîk tercümânından:

– Sıfatlardan, zâttan câhil olmamak; – İrfân hâsıl etmekle ilâhî makāmdan haberdâr olmak; – İnsanın mâhiyetini bilmek; – Ne şekilde insanın kitabı Kur’ân olur, bunu anlamak; – Zü’l-celâli ve’l-ikrâma ulaşmakla sülûk işini sonlandırmak ne şekilde mümkün olur? diye sordu ve îzâh istedi.

Tahkîk tercümânı önce tebessüm etti, sonra sûret ile gerçekleşen gülüşle güldü.

– “Bu sorduğun ibârelerin aşağıdaki kısımda işâretleri vardır” diyerek remzetti. • “Fe lâ uksimu bil hunnes;” “Yemîn olsun ki; hunnese” • “El cevâril kunnes;” “Durmadan dönen kunnese” • “Vel leyli izâ as’as;” “Kararmaya başladığında geceye” • “Ves subhi izâ teneffes;” “Ağarmaya başladığında sabaha” • “İnnehu le kavlu resûlin kerîm;” “Muhakkak o kerîm Resûl’ün sözüdür” • “Zî kuvvetin inde zil arşi mekîn;” “Kuvvet sâhibidir, Arşi Mekîn sâhibi indinde” • “Mutâin semme emîn;” “İtâat edilendir, orada emîndir” (Tekvîr, 81/15-21) Tahkîk tercümânı, bu şekilde cevâb verince, iki gözünün arasından öptüm ve anlatmak istediği işâretleri anladım.

Manzûmenin Tercümesi:

“İlâhî kavuşma öyle bir hâldir ki, bunun ilâhını mübâh görmek doğru değildir. Sen ne zannedersen zannet. Bu çok geniş bir iştir. Âşık da, sevgilisi de halvetinin sahnesinde cilvegîr. Mülk, mülkün sâhibi, orduları hepsi bir yere toplanmış; Habîbine yakınlık sevdasındaki gelin, celâl mertebesinin zirvesinde kemâl ile tecellî edici ve ışığı su gibi akmakta durmaksızın.

Ufuk duvarında bulutlar, yağmur dökmekte; Gök gürültüsü, zorlama ve şiddet ifâsında; şimşek, çakmasında devâm üzere. Deniz dalgalanmakta, rüzgar esmekte, ateş kıvılcım saçmakta, sular fışkırmakta; Dönmekte olan felek, bütün heybetiyle İzzet sâhibinin izzetine ma’rûz kaldığı şiddetle zelîl dönmekte; Ve İzzet sâhibine baş eğmekte.”