34.Bölüm-Kur’ân Hakkındadır

Kur’ân Hakkındadır

Manzûmenin Tercümesi:

“Kur’ân, salt zâttan ibârettir. O zâtın ahadiyyeti haktır, farzdır. Ahadiyyet, Kur’ân’ın şehâdet yeridir. Hüviyyeti açısından anlaşılması son derece zordur. Kur’ân’dan taleb ettiğini okursun. O ise, o Kur’ân’ın açığa çıkardığı hakîkattir. Kur’ân’ı zevkiyle sırf senâdan ibâret olan latîfliği ile okumak Kur’ân’ın süsüdür.

Fakat zât bakış açısından Kur’ân için, ne bütünsellik ne de cüz’iyyet vardır. Kur’ân’ın zâtındaki lezzeti, ma’nevî zevk yönündendir; maddî bir gıdâyı yemek gibi değildir. O lezzeti idrâk edebilmek, Kur’ân’dır. İşte en büyük tâzelik o lezzetten ibârettir.”

Bilinsin ki, Kur’ân bütün sıfatların kendisinde mahvolduğu zâttan ibâret olarak, ahadiyyet ismi verilen tecellî yerinden ibâret olmuş olur. Cenâb-ı Hak, bu ma’nâca olan Kur’ân’ı, peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz üzerine indirdiği için Hz. Muhammed’in var edilmişlerde şehâdet yeri “ahadiyyet” oldu. Kur’ân’ı indirmenin ma’nâsı, “azâmetin ulvî yüksekliklerinde yüce olan ahadiyyet hakîkâti bütün kemâlâtıyla Muhammedî cesedde açığa çıktı” demektir.

Ahadiyyet hakîkâtinde iniş, çıkış muhâl olduğu halde, bahsedilen hakîkât ulvî zirvesinde Muhammed (s.a.v.) üzerine inmiştir. Bundan dolayı Hz. Muhammed’in cesedi, bütün ilâhî hakîkatler ile tahakkuk ederek, Hz. Muhammed, Vâhid isminin tecellî yeri olmuştur. Hz. Muhammed cesedi ile ilâhî hakîkatlerin tecellî yeri olduğu gibi, hüviyyeti ile de ahadiyyetin tecellî yeri olup, zâtı ile de ilâhî zâtın aynıdır.

İşte bu inceliğe dayalı olarak, Hz. Muhammed (s.a.v) “Kur’ân, benim üzerime bir cümle olarak indirildi” buyurmuştur. Bu hadîs ile Hz. Peygamber, kendisinin yukarıda belirtilmiş olan tahakkukunun, cismânî küllî zâtî tahakkuk olduğunu bildirmektedir.

İşte, “Kur’ân-ı Kerîm” ta’bîriyle bu “bir cümle”ye mazhar olmaya işâret edilmiştir. Bu ihsân, ilâhî tam keremdir. Çünkü Cenâb-ı Hak, kendisinde hiç bir şey bırakmayıp, kemâlâtın hepsini zâtî ilâhî kerem olarak, Hz. Muhammed üzerine feyzlendirmiştir.

“Kur’ân-ı Hakîm” ise, yine ilâhî hakîkatlerin inişi demek ise de, bunda ilâhî hikmetin gereğine göre, derece derece inme sûretiyle kulun zâtında ilâhî hakîkatler ile tahakkuka kulun urûc etmesi şarttır. Çünkü zâtta tahakkuk için, ilâhî hikmetin gereği budur yâ’nî derece derece inme sûretiyle oluşması şarttır. Başka bir şekilde o feyze ulaşmaya imkân yoktur. Çünkü, insanın halk edilişinin başlangıcındaki cesedine ilâhî hakîkatlerin hepsinin bir def’ada tahakkuku mümkün değildir.

Şu kadar var ki, fıtrâtında ulûhiyyet neş’esi üzerine halk edilen kimse, ilâhî oluşumun gereğine göre, derece derece inme sûretiyle hakîkatler kendisine açılarak yükselmeye başlar. Bu hakîkâte Cenâb-ı Hak Kur’ân’da; “ve nezzelnâhu tenzîlâ” ya’nî “Biz onu tenzîli bir indirişle indirdik” (İsrâ, 17/106) âyetiyle işâret etmiştir.

Bu derece derece yükselme hükmü, asla kesilmeyerek, kul terakkîde Cenâb-ı Hak da tecellîde devâm üzere olur. Çünkü sonsuz olan şeyi bir def’ada seçip ayırıp belirginleştirmek mümkün değildir. Ve ma’lûmdur ki, Cenâb-ı Hak nefsinde sonsuzdur.

Bu durumda “Kur’ân, benim üzerime bir cümle olarak indirildi” hadîs-i şerîfinin ma’nâsı ve faydası nedir?” diye sorulursa, iki yön ile cevâb veririz.

Bunu te’yîd edici olarak diğer nebevî hadîste “Kur’ân bir def’ada dünyâ semâsına indirildi. Sonra Cenâb-ı Hak, o Kur’ân’ı parça, parça âyet olarak bana indirdi” buyrulmuştur.

İşte bu ikinci hadîs, ilk hadîsin ma’nâsı demektir. Bu izâha göre;

– Parça parça âyetlerin indirilmesi de, kulun zâtında derece derece yükselmesiyle berâber, isimlerin ve sıfatların eserlerinin açığa çıkmasına işârettir.

“Ve le kad âteynâke seb’an minel mesânî vel kur’ânel azîm” ya’nî “Andolsun ki, sana seb-i mesânîyi ve Kur’ân-ul Azîm’i verdik” (Hicr, 15/87) âyet-i kerîmesindeki;

– İşte, Kur’ân bu azâmetten dolayı, “azîm” ta’bîrine bitişik olmuştur. – Âyetteki “seb-i mesânî” ise, madde beden vücûdda zâtî yedi sıfatın tahakkukuyla kulda açığa çıkmış olan feyizden ibârettir.

“Er rahmân / Allemel kur’ân” (Rahmân, 55/1-2) âyeti de kul üzerine, Rahmân’ın tecellîsiyle kulun nefsinde bulduğu rahmânî lezzete işârettir.

– O zaman, kula Kur’ân’ı ancak Rahmân öğretmiştir.

Bu izâha göre bütün isimlerden ve sıfatlardan ibâret olan Rahman tecellîsi olmaksızın, zâta ulaşma imkânı yoktur. Çünkü ma’lûmdur ki, Cenâb-ı Hak ancak isimleri ve sıfatları yolundan bilinebilir.

Bu izâhı iyi anla! Bu izâhı gurebâdan başkası anlayamaz. “Gurebâ” dediğimiz, en kâmil ferdlerden ibârettir. “En kâmil ferdler” dediğimiz, Allâh’ın kulları arasından ilâhî özel nazargâh olan evliyâdır.

Allah, hakkı söyler ve yolu gösterir.