Furkân Hakkındadır
Beyitlerin Tercümesi:
“Allâh’ın zâtı Kur’ân, Allâh’ın sıfatları Furkân’dır. Cem’in farkı, tahkîkdir; farkın cem’i, vücûddur. Sıfatlardaki farklılık ve ihtilâf iki nitelik olup, iki cem’dir. Tevhîdin ahadiyetinde zâtın hükmü, Furkân’dır. Çünkü vasıf, ilâhî zâttan ayrılmaz bir şe’ndir.”
Bilinsin ki; Furkân, çeşitlenmenin ihtilâfına i’tibâr edilmek üzere, isimlerin ve sıfatların hakîkatlerinden ibârettir.
O çeşitlenme i’tibârı ile her sıfat ve her isim, diğer sıfatlardan ve isimlerden ayrıldığı için, güzel isimler ve yüce sıfatlar i’tibârı ile Hakk’ın nefsinde fark hâsıl olması demektir.
Çünkü;
“Rahîm” ismi, “Şedîd” isminin; “Mün’im” ismi “Müntakîm” isminin gayrı olduğu gibi; “rızâ” sıfâtı da “gazâb” sıfâtından başkadır.
“Rahmetim gazabımın önüne geçmiştir“ peygamberî hadîs-i kudsîsinde buna işâret vardır. Çünkü öne geçen, önüne geçilenden daha üstündür.
Bu durum mertebeye âit olan ilâhî isimlerde de böyledir. Rahmâniyyet mertebesi rubûbiyyet mertebesinden, ulûhiyyet mertebesi ise diğerlerinin hepsinden a’lâdır.
İşte bu şekilde isimlerin ba’zıları ba’zılarından ayrılarak, isimlerde fark oluşmuştur. A’lâ olan ilâhî isim, mertebede kendisinin altındaki isimden daha üstündür. Şu halde Allah ismi, Rahmân isminden; Rahmân ismi, Rab isminden; Rab ismi, Melik isminden daha üstündür. Diğer isimler ve sıfatlar da böyledir.
“İsimlerde ve sıfatlarda birbirine üstünlük” dediğimiz, onların ayn’larında sâbittir; yoksa “onlardan bir şeyde noksanlık yâhut üstünlük i’tibârı vardır,” demek değildir. Belki, isimlerin ve sıfatların birbirlerine üstünlüklerinde ayn’larının gerektirdiği şeyden dolayıdır.
Bunun için ba’zı isimler ve sıfatlar, diğer isimlerin ve sıfatların üzerine hâkimdir. Bu inceliğe dayalıdır ki, hadîs-i şerifte, “Allâhümme innî eûzü bi-rızâke min sahatik ve bi-muâfâtike min ukûbetik, ve eûzü bike minke, lâ uhsî senâen aleyke” ya’nî “Allah’ım muhakkak rızân ile sana sığınırım gazâbından ve affınla sana sığınırım azâblandırmandan, ve senden sana sığınırım. Ben sana hakkıyla senâyı edemem” buyrulmuştur.
İşte bu hadîsten anlaşıldığı şekilde, zâtın nefsinde fark vardır. Hadîsteki “muâfât” ya’nî “af” kelimesi, mufâale bâbındandır ya’nî bir işin karşılıklı yapıldığını gösterir. Af fiili, azâblandırma fiilinden daha üstündür. Bunun için azâblandırmadan, af ile sığınılmıştır. Gazâbtan da rızâ ile sığınılmıştır. Rızâ sıfâtının, gazâb sıfâtından daha üstün olduğunu daha yukarıda söylemiştik.
Yine hadîste zâtından zâtına sığınmıştır. Şu halde farkın vücûdu fiillerde ve sıfatlarda gözüktüğü gibi, zâtın vâhidiyyetinde de fark hâsıl olmuştur. Zât’ın vâhidiyyetinde fark olmaması lâzım ise de, muhâl ve vâcib gibi iki nakîzı toplamak zâtın işlerinin garîbliklerindendir. Akılda muhâl olan ve ta’bîr edilmesi câiz olmayan her şeyi, zâtta vücûdu i’tibârı ile lâzım olan hükümlerden olarak müşâhede edersin. Bu inceliğe dayanmaktadır ki, İmâm Ebû Saîd el-Harrâz “Ben Allah’a iki zıddın arasını cem’ etmesiyle ârif oldum” demiştir.
Zannetme ki, Allah, sâdece evveli, âhiri; zâhiri, bâtını toplamıştır. Belki Allah, bunları toplamış olduğu gibi, Hakk’ı da, halkı da; üstün olmayı da, olmamayı da; muhâli de, vâcibi de; yok olanı da mevcûdu da; sınırlıyı da ve bunlardan başka ne kadar noksanlar ve zıtlar var ise bu şekilde devâm eden diğerlerinin hepsini toplamıştır. Cenâb-ı Hak, bunları zâtî şe’ni ile toplamış olup, hüviyyeti de bundan ibârettir.
İşte Ebû Saîd el-Harraz’ın “Bunu hemen anla! Ârif olunca riâyet et” diye işâret ettiği ma’nâ, bizim izâhımızdan ibârettir.
Allah, doğruya hidâyet eder. Her şeyde küllî dönüş O’nadır