39.Bölüm-Cenâb-ı Hakk’ın Dünyâ Semâsına İnmesi Hakkındadır

Cenâb-ı Hakk’ın Her Gecenin Son Üçte Birinde

Dünyâ Semâsına İnmesi Hakkındadır

Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in “Cenâb-ı Hak, her gecenin son üçte birinde dünyâ semâsına inerek “bir şey isteyen yok mu?” der” hadîs-i şerîfi, Cenâb-ı Hakk’ın vücûd zerrelerinden her zerrede açığa çıkışına işârettir. Bu hadîsteki;

– “Dünyâ semâsı” ile kasıt, halkın vücûdunun zâhiridir. -“Son üçte bir” ile kasıt, halkın vücûdunun hakîkatidir. Çünkü mevcûdlardan her şey, üç kısma ayrılır: • Bir kısmı, zâhirdir. Bu kısma “mülk” ismi verilir. • Bir kısmı, bâtındır. Bu kısma, “melekût” ismi verilir. • Üçüncü kısım, mülke ve melekûta dönük kısımlanmadan yana münezzehtir. İşte hadîs-i şerîfte işâret diliyle “son üçte bir” denilen bu kısım, ilâhî ceberûta âit kısımdır.

“Ceberûta âit kısım, kısımlanmadan yana münezzehtir”, dedik. Çünkü, bir şeyin kısımlanamaması dikkâte alınırsa;

– O şey için sûretinden ibâret olan zâhirinden, nefisten ibâret olan bâtınını akletmek zarûrî olduğu gibi; – O şeye kıyâm sebebi olacak bir hakîkâtin varlığının bulunması da zarûrîdir.

İşte “son üçte bir” ile işâret edilen âşikâr oldu

– “Hakk’ın inmesi“ ise, halka dönük teşbîh nefsinde Hakk’ın tenzîh ile zuhûru demektir.

Bu hadîs-i şerîfle başka bir işâretle, başka bir i’tibârı dikkâte almak da mümkündür. Bu işâret bundan önceki işâretten daha yüksektir. Bunun izâh edilmesi, aşağıdaki ilme bağlıdır.

– “Son üçte bir” ile kasıt, kul üzerine tecellî eden ilâhî sıfatlardan ibârettir. Ve zât hakîkâtinin zuhûru ancak, o tecellî eden sıfatın sonlarındadır; ne başlarında, ne ortalarında olmaz. Bu bizzat yaşanan bir husûstur, ancak keşf ile bilinir.

“Zât hakîkatinin zuhûru, tecellî eden sıfâtın sonlarındadır” dedik, oysa sıfatlardan hiç bir şey için de, bir son yoktur. Bahsettiğimiz son ise, zât hükümlerinin başlamasıdır. Bu durumda zâtın zuhûru, sıfâtın gecesinin son üçte birinde zâhir olur demektir.

– “Dünyâ semâsı” ta’biri, Hakk’ın, ilâhî isimler ile halk tarafından bilinmesine sebeb olan sıfatlara inmesi demektir. Zâta ve sıfatlara nisbetle ilâhî isimler, dünyâ demektir. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın pek yüce sıfatlarına karşı, halkın da ona karşı ubûdiyyeti ya’nî kulluğu vardır. Ubûdiyyet ya’nî kulluk, ulviyyetin tam zıddı olan “denâet ya’nî alçaklık”tan türemiş olarak, dünyâdır. İlâhî isimler ise, halkın ubûdiyyetine kıyâm sebebi olan dünyâ semâsı demektir.

Bahsedilen bu i’tibârlar yönüyle şu anlaşılır ki; Cenâb-ı Hak, kullarına o kulların bilmiş olduğu sıfatlarda zâhir olur ve bu zâhir olma, o sıfatların zuhû- rundaki nihâyetlenmenin zamanında oluşur. Yâ’nî ilâhî kullar, bahsedilen sıfatların zuhûrunun kemâlinden evvel sıfâtla berâberdirler, Allah ile berâber değildirler. İlâhî sıfatlar zuhûrda nihâyetlenmeye başlayınca, ilâhî kullar sıfât ile değil, zât ile berâber olurlar. Bunu anla!

Bu hadîs-i şerîfin sır yoluyla başka bir işâreti de vardır. Bu son işâret evliyâdan kâmil olanlar hakkında gerçekleşir. Bunun izâhı şöyledir:

– “Son üçte bir” ile kasıt, zâta nisbetle mümkün olan ma’rifetin ya’nî ârifliğin kemâlidir. Çünkü Hakk’ı ârif olmak, iki şekilde olur. Birisi, kemâlini idrâk etmenin mümkün olduğu ma’rifet, diğeri de, kemâlinin idrâk edilmesi mümkün olmayan ma’rifettir. İşte “son üçte bir” ile kastedilen, Hakk’a nisbetle mümkün olan ma’rifetin kemâlidir.

Çünkü velînin Cenâb-ı Hakk’ı ma’rifeti üç şekilde olur:

• Birinci ma’rifet, “Nefsine ârif olan, Rabb’ına ârif olur” hadîsinin ma’nâsını ma’rifettir. Bunun ma’nâsı üçüncü bölümdeki “SIFÂT” bahsinde geçti.

• İkinci ma’rifet, ulûhiyyeti ma’rifettir. Bu da, Cenâb-ı Hakk’ın zâtını hakettiği sıfatlarla bilmektir. Bu ikinci ma’rifet, nefse ârif olmakla kaydedilen Rabb’ına ârif olmaktan sonra olur. • Üçüncü ma’rifet, ilâhî bir yaşayıştan ibârettir ki, kulun vücûduna sirâyet eder ve kul o ma’rifetle Rabb’ı hakkında gaybtan şehâdete iner. Yâ’nî, madde bedeninde rubûbiyyet eserleri açığa çıkar.

Bu derecede kulun eli için kudret, dili için tekvîn, ayağı için adım ve gözü için kendisinde hiç bir şey gizlenmemek üzere açılma, kulağı için vücûda âit hazretteki her konuşanın sözünü dinleme kudreti oluşur. Bu ma’nâya Resûlullah (s.a.v) meşhûr olan “Ben onun işiten kulağı, gören gözü olurum…” hâdis-i kudsîsinde işâret buyurmuştur. Bu derecede Hak zâhir, kul bâtındır.

Bu izâhlardan şu şekilde anlaşılır ki,

– “Dünyâ semâsı” ile kasıt da, velînin zâhir cismidir. – “Son üçte bir” ile de kastedilen, kulun vücûduna sirâyet eden ilâhî yaşantının ma’rifetidir. İşte ilâhî kul için mahk ve sahk denilen çok yüksek hâl, bu şekilde oluşur ve bu şekilde tamâm olur. İlâhî kul bu dereceye ulaşınca, Hak kendisinde tahakkuk eder. – “Her gece” ta’bîrinden murâd, her bir velîdeki her zâtî zuhûrdan ibârettir.

Bunu anla!

Bizim bu konuda izâh etmeye çalıştığımız bu hadîsin pek yüksek ibâresine dâir olan sözlerimizden dolayı, hadîsi zâhir ifâdesinden çıkarma! Sen bizim dikkât çektiklerimizle tahakkuk etmekle berâber, hadîs-i şerîfin zâhirî ifâdesini de terk etme! Çünkü Risâlet-meâb (s.a.v) hazretlerinin hadîsleri, sonu olmayan sırları ihtivâ edicidir.

Resûlullah (s.a.v)’in kelâmının zâhiri de vardır, bâtını da; her bâtının zâhiri olduğu gibi, her zâhirin de bâtını vardır. Bu yedinci bâtına kadar tahakkuk edebilir. Çünkü Resûlullah (s.a.v) “Kur’ân âyetlerinin birbiri içinde yedi bâtını vardır” buyurmuştur.

Resûlullah (s.a.v)’in kelâmı da, ilâhî kelâmdan bir şu’bedir. Çünkü Resûlullah (s.a.v), hevâsından konuşmaz. Söyledikleri Cenâb-ı Hak’dan kendisinde vukû’ bulan vahiylerdir. Cenâb-ı Hakk’ın salâtı, selâmı, teşrîfi, ta’zîmi, temcidi, tekrîmi, o Resûl’e olsun.