Kademeyn (İki ayak) ve Na’leyn (İki nalın) Hakkındadır
Cenâb-ı Hak bizi ve seni doğru yola hidâyet etsin ve bize ihsân ettiği hükmünü sana da lütûf buyursun. Aşağıdaki izâhı iyi öğren!
Kademeyn ya’nî iki ayak, biri dîğerine zıd olan iki zâtî hükümden ibârettir. Kademeyn, zât bütünlüğündendir. Belki zâtın aynıdır. İki hükümden dediğimiz, zâtın kendisi üzerine tertîb ettiği hükümdür;
Sonradan olma, kıdem;
Hakk’a dönüklük, halka dönüklük;
Varlık, yokluk;
Nihâyeti olma ve nihâyeti olmama,
Teşbîh, tenzîh ve benzerleri gibi.
Bunlar;
Aynî yönden zât için oldukları gibi,
Hükmî bakış açısından da yine zât içindir.
Onun için bu tür zıd olan sıfâtlar “kademeyn ya’nî iki ayak” olarak ta’bîr edilmiştir. Çünkü kademeyn ya’nî iki ayak, sûretin bütünlüğündendir.
Aynı şekilde na’leyn de, bir diğerine zıt iki sıfât demektir;
Rahmet, nikmet,
Gazâb, rızâ ve benzerleri gibi.
Kademeyn ile na’leyn arasındaki fark şu şekildedir:
Kademeyn, zâta mahsûs olan zıtlardan ibârettir.
Na’leyn ya’nî iki nalın ise mahlûkâtta geçerli olan zıtlardan ibârettir. Yâ’nî bu tür zıtlar, mahlûkâtta eser taleb eder. Bunun için mahlûkât iki ayak altındaki nalın gibidir. Çünkü fiilî sıfatlar, zâtî sıfatların altındadır.
Na’leynin ya’nî iki nalının zeheb(lç‡) ya’nî altından olması, mahlûkatta eseri bizzât taleb etmesi demektir. Mahlûkâtta geçerli olan zıtlar, zâhibtir ya’nî zehâb(lç‡) etmiştir; yâ’nî mevcûdlara hükmü sîrâyet etmiştir. Mevcûdlardan her birisi hangi tür ile mevcûd olursa olsun, o zıdların o mevcûdda hükmü ve te’sîri vardır.
Na’leynin ma’nâsını bilince ve kademeyn ile kastedilenin ne olduğunu anlayınca, senin için şu nebevî hadîsteki sırlar açılmış demektir:
“Cebbâr olan Vâhid-i Kahhâr, ayağını ceheneme basınca, cehennem “yeter, yeter” der ve derhal fânî olur ve tükenir ve söner. Ve cehennem ateşlerinin yerinde cırcır otu biter”
Bu kitabın gelecek bölümlerinde, cehennemin vafıslarını anlatacağımız bölümde mümkün olduğu kadar hem açık olarak ve hem kinâye yollu olarak bu sırra işâret edeceğiz. Bu sırrı anla!
Bilesin ki, Rabb’ın her mevcûdda kâmil vechi vardır. O vecih, o mevcûdun rûh sûreti üzerinedir. O mevcûdun rûhu da, algılanır sûret ve madde beden sûret üzerinedir. Bu husûs, Rab için zâtî husûstur. Bu zâtî husûsu zâtı için kendisi zorunlu kılmıştır. Hiç bir i’tibârla kendisinden kalkmaz çünkü bu husûs, Rab için i’tibâr yoluyla sâbit olmamıştır.
Hakk’a bir i’tibârla nisbet edilen her şey, o i’tibârın zıddıyla Hak’tan kalkar.
Hakk’a i’tibârsız nisbet edilen her şey ise, i’tibârlardan hiç bir şey ile kalkmaz.
Bunu anla!
İşin hakîkâti böyle olunca, sûret Rab için zâtî husûstur. Bu hakîkâte “Allah Âdem’i Rahmân sûreti üzere halk etti” ve “Allah Âdem’i kendi sûreti üzere halk etti” hadîslerinde işâret vardır.
Bizim, “el-Kehfu ve’r-Rakimu fi-Şerh-i Bismillâhirrahmanirrahîm” adlı kitabımızda izâh ettiğimiz şekilde, bu iki hadîs için başka türlü ma’nâ düşünülmesi gerekli ise de, ilâhî keşf bize bu iki hadîsteki sözlerin zâhiri üzerine olduğunu ihsân etmiştir. Bu husûsa daha önce de işâret etmiştik. Şu kadar var ki, ilâhî tenzîh bu mes’elede şarttır. Allah cisimlenme ve sûretlenme ile kayıtlanmaktan yana yücedir.
Allah, hakkı söyler ve doğru yolu gösterir.