İlâhî Arş Hakkında
Bilinsin ki, ilâhî arş hakikâtte azamet mazharı, mecd ve saltanat rütbesi ve zâtın husûsiyyetinden ibârettir.
– İlâhî arş, hazretin cismi, hazretin mekânı olarak da isimlendirilir. Fakat bu mekân, altı yönden de münezzehtir.
– İlâhî arş, a’lâ bir bakış yeri ve güzelin güzeli bir mahâl olup, mevcûdların bütün türlerini kapsamıştır.
– Arş, mutlak vücûdda, insânî vücûda göre insanın cismi gibidir. Şu i’tibâr ile ki;
Cismânî âlem, rûhânî âlemi, hayâlî âlemi, aklî âlemi ve bunlara benzeyen âlemleri toplamıştır.
Bunun içindir ki, sûfî zümresinden ba’zıları arşa, “küllî cisim” ta’bîrini kullanmışlardır. Fakat bu ta’bîrde bakış açısı vardır. Çünkü küllî cisim, her ne kadar rûhlar âlemini kapsar ise de, rûh onun üstündedir, küllî nefs de yine onun üstündedir. Biz vücûdda arşın üstünde Rahmân’dan başka bir şey bilmiyoruz, oysa küllî nefs için levh ta’bîrini de kullanmışlardır. Bu ta’bîre göre levhin arşın üzerinde olduğuna hüküm vardır. Oysa bu hüküm, fikir birliğine muhâliftir. Bununla berâber ki, sûfiyye ashabımızdan arşa “küllî cisim” diyenler, arşın levhin üstünde olması mes’elesinde bize muhâlif değillerdir. İşte o levhe, küllî nefs ta’bîr edenler onlardır.
Şüphe yoktur ki, nefs mertebesi cisim mertebesinden a’lâdır. Mutlak arş hakkında ilâhî keşfin bize bildirdiğini, ibâre âlemine indirmek lâzım gelirse deriz ki:
Arş, ma’nevî ve sûretsel feleklerin hepsini ihâta etmiş olan felektir. O feleğin çatısı, rahmâniyyet mertebesi olup, o feleğin hüviyyet nefsinden ibârettir. Bu hüviyyet nefsi dediğimiz de, ister aynî, ister hükmî olsun, mutlak vücûddan ibârettir. İşte bu feleğin zâhiri ve bâtını vardır.
Bâtını, kudsî âlemdir. Kudsî âlem, Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinin isimler âleminden ve sıfatlar âleminden ibârettir. Bahsedilen bu kudsî âleme ve onun tecellî yerine, “Kesîb” ta’bîri kullanılmıştır. Kesîb o yerdir ki, cennet ehli Hakk’ı müşâhede için sevk edildikleri zaman bu kesîbin üstüne çıkarlar.
Bâtını kudsî âlemdir dediğimiz bu feleğin zâhiri, üns âlemidir. Üns âlemi, teşbih ya’nî benzetmenin, cisimlendirmenin, sûretlendirmenin mahâllidir. Onun içindir ki, cennetin çatısı olmuştur. Her cisimden, her rûhtan, her sözden, her ma’nâdan, her hükmîlikten, her aynîlikten benzetmeye, cisimlendirmeye, sûretlendirmeye dâir olan şey, bahsedilen bu feleğin zâhiridir. Bu duruma göre;
Ne zaman sana “mutlak arş” ta’bîri kullanılırsa, bil ki onunla kastedilen bahsettiğimiz bu felektir.
Ne zaman sıfatlardan bir şey ile kayıtlanarak “arş” ta’bîri kullanılırsa, bil ki, onunla kasıt, bahsedilen bu feleğin vechidir.
Kur’ân’da “arş-ı mecîd” ta’bîri kullanılmıştır. Bununla kasıt, mecdin aslı ve ilâhî azamet olan kudsî âlemin rahmâniyyet mertebesidir.
“Arş-ı azîm” ilâhî ta’bîri de böyledir. Bununla da kasıt, zâtî hakîkatler ile azamet rütbesi olan kendi gerekleridir. Bu da kudsî âlemdendir.
Kudsî âlem ise, halka dönük hükümlerden ve varlıksal noksanlıklardan yana mukaddes olan ilâhî ma’nâlardan ibârettir.
Bilinsin ki, insanî yapıdaki cisim, insanî vücûdun içinde barındırdığı şeylerin hepsini toplamıştır. Rûh, kalb, akıl ve bunların benzeri olan şeylerin hepsi, bahsedilen bu cisme dâhildir.
İnsanî yapıdaki cisim, âlemdeki arşın benzeridir. Arş, bir âlem yapısıdır; cesed de âlemdir, bütün farklılıklarını toplamıştır.
İşte bu i’tibâra göredir ki, bizim ashâbımız arşa küllî cisim ta’bîr etmiştir. Bu izâha göre aramızda ihtilâf yoktur. Çünkü bu iki türlü ibâredeki ma’nâ birdir.