Kürsî Hakkında
Kürsî, bütün fiilî sıfâtların tecellî yerinden ibârettir. Kürsî;
İlâhî iktidârın zuhûr yeridir;
Subhânî emir ve yasağın geçerlilik mahaldir.
Halka dönük hakîkatlerde Hakk’a dönük incelikleri ibrâz etmek için ilk yöneliş, kürsîdedir. Kademeyn ya’nî Hakk’ın iki ayağı bu kürsî üzerine salınmıştır. Bunun sebebi;
Kürsî, vücûda getirme ve yokluğa döndürme mahâllidir.
Açıklamanın ve üstü kapalı bırakmanın aslıdır.
Zarar ve faydanın merkezidir;
Fark ve cem’in bir arada olduğu yerdir.
Birbirine zıt sıfatların ayrıntılı bir şekilde açığa çıkışı kürsîdedir.
Vücûdda ilâhî emir, kürsîden açığa çıkartılır .
Kürsî, kazâ faslı mahâllidir.
Kalem ise, takdîr mahallidir.
Levh-i mahfûz ise, tertîbleme ve yazım mahâllidir.
İnşaallahu Teâlâ, kaleme ve levh-i mahfûza âit beyânlar, özel bir bölümde gelecektir.
Cenâb-ı Hak, Kur’ân’da “vesia kürsiyyuhus semâvâti vel ard” ya’nî “O’nun kürsîsi, gökleri ve yeri kaplamıştır” (Bakara, 2/255) buyurmuştur. Bu âyetteki “vesia” ya’nî “kaplama”, iki kısımdır:
Birisi, hükmî kaplama;
Diğeri, aynî vücûdsal kaplamadır.
Hükmî kaplama; Gökler ve yer, fiilî sıfatlardan bir sıfatın eseridir. Kürsî de, bütün fiili sıfatların zuhûr yeridir. Şu halde kürsî vecihlerinden her vecihde, ma’nevî bir kaplama hâsıl oldu. Çünkü kürsînin her vechi, fiilî sıfatlardan bir sıfâttır.
Aynî vücûdsal kaplama; vücûd genel yapısıyla, yâ’nî halka dönük kayıtlı vücûduyla gökleri ve yeri ve diğerlerini ihâta etmiştir. İşte “Kürsî” olarak ta’bîr edilen budur, yâ’nî kayıtlı vücûddur.
Çünkü biz yukarıda beyân ettik ki kürsî, ilâhî emir ve yasağın geçerlilik mahalli ve fiilî sıfatların tecellî yeri ve ilâhî iktidarların zuhûr yeridir. Bunların hepsi ile kastedilen, kayıtlı vücûddan başka bir şey değildir. Çünkü me’mûr, yâ’nî emrin infâz edilmesi için mahâl olan, o kayıtlı vücûddur. O kayıtlı vücûd, tecellî yeridir, zuhûr yeridir, işte kürsî budur. Hak, ma’nevî olan kademeyni ya’nî iki ayağını, onun üstünde salmış ve;
Vücûda getirme, yokluğa götürme;
Fânî kılma, bâkî kılma;
Verme, men’ etme;
Yükseltme, düşürme;
Azîz kılma, zelîl etme gibi icrââtı onun üstünde yapmıştır.
Azîz ve celîl olan Allah sübhândır.