49.Bölüm-Sidre-i Münteha Hakkındadır

Sidre-i Münteha Hakkındadır

Bilesin ki, sidre-i müntehâ, mahlûkun Allah’a vâsıl olmasına âit seyrinde vâsıl olabildiği kudretin nihâyetidir. Ondan ilerisi, yalnız Cenâb-ı Hakk’a mahsûs olan kudret ve azamettir. Mahlûkun oraya ayak basmasına imkân yoktur.

Sidre-i müntehâdan ilerisine erişmek mümkün değildir. Çünkü mahlûk, orada silinmiştir, örtülmüştür, salt yokluğa katılmıştır. Sidre’den sonra kendisi için vücûd yoktur.

Bu hakîkâte mi’râcda Cebrâil’in Resûlullah (s.a.v)’e cevâben söylediği, “Eğer, bir karış daha ileri gidersem, muhakkak yanarım” sözünde işâret vardır. Buradaki “eğer” kelimesi, olumsuzluk kelimesidir. “Daha ileri gitmek, imkânsızdır” demektir.

Resûlullah (s.a.v) haber verdi ki, sidre-i müntehâda yaprakları fil kulağı gibi büyük olan sidr ağacı buldu. Resûlullah (s.a.v)’in bu verdiği habere, nefsinden haber verdiği için mutlaka îmân etmek lâzımdır. Bununla berâber, bizim urûcumuzda bulduğumuz şekilde, hadîsin te’vîlli olması da muhtemeldir, hadîsin zâhiri üzerine geçerli olması da muhtemeldir.

Hadîsin zâhiri üzerine tefekkür etmek gerekirse;

“Resûlullah (s.a.v)’in misâlî tecellî yerlerinde, ilâhî menzillerinde ve zuhûr yerlerinde kemâlin aynı ile müşâhede edilir ve hayâli için hissedilir sidr ağacının bulunuşudur” deriz.

Resûlullah (s.a.v)’in her haber verdiği şeyde ve mi’râca âit verdiği haberlerinde sûret olarak ve ma’nâ olarak tahkîkî keşfin kendisinde toplanması uzak bir şey değildir. Onun için verdiği haberlere mutlak sûrette îmân ederiz. Her ne kadar keşfin bize verdiği şekil, kayıtlı ve te’vîlli ise de, bizim mi’râcımız onun mi’râcı gibi değildir. Hadîste keşfin bize verdiği ma’nâyı almakla berâber bunun ötesinde bizim ilmimizin erişemediği haberlere de îmân ederiz.

Bu hadîsde ilâhî keşfin bize verdiği şey:

Sidr ağacı ile kasıt, îmândır. Resûlullah (s.a.v), “Bir adam içini sidr ağacının yemişi ile doldurursa, Allah onun kalbini îmân ile doldurur” buyurmuştur. O ağacın fil kulakları gibi büyük yapraklarının olması, o îmânın büyüklüğü için bir darb-ı meseldir. O ağacın kuvveti ve yapraklarının cennet evlerinden her eve girmesi demek ise, o ev sâhibindeki îmândan ibârettir.

Bilesin ki, biz sidreyi keşfimizde bir makâm olarak bulduk. O makâmda sekiz hazret vardır. Her hazrette sayılması mümkün olmayan çok yüce manzaralar vardır. Bu manzaralar, o hazret sâhiblerinin zevklerine göre adedlenir ve bir diğerine nisbetle farklılık gösterir.

Sidrenin makâm olmasına gelince, Hakk’ın zuhûr yerlerinde zuhûrudur ki, Hakk’ın Hakk’a dönük hakîkatlerde ve halka dönük ma’nâlarda tecellîsinden ibârettir. Sekiz hazret şöyledir:

Birinci hazret, kulun bâtını yönünden “Zâhir” ismiyle Hakk’ın tecellîsidir.

İkinci hazret, kulun zâhiri yönünden “Bâtın” ismiyle Hakk’ın tecellîsidir.

Üçüncü hazret, kulun rûhu yönünden “Allah” ismiyle Hakk’ın tecellîsidir.

Dördüncü hazret, kulun nefsi yönünden “Rab” sıfâtıyla Hakk’ın tecellîsidir.

Beşinci hazret, mertebe tecellîsinden ibâret olup, bu da kulun aklında “Rahmân”ın sûretidir.

Altıncı hazret, kulun vehmi yönünden Hakk’ın tecellîsidir.

Yedinci hazret, hüviyyete ârif olmaktan ibâret olup, kulun enniyet ya’nî benliği yönünden Hakk’ın tecellîsidir.

Sekizinci hazret, kulun mutlaklığı yönünden zâta ârif olmaktan ibâret olup, bu makâmda Hak, insanî yapının zâhirinde ve bâtınında kemâliyle tecellî eder. Bâtını kulun bâtınına, zâhiri kulun zâhirine, hüviyyeti kulun hüviyyetine, benliği kulun benliğine tamâmıyla tecellî edicidir. Bu, bahsettiğimiz hazretlerin a’lâsıdır. Bundan ötesi ahadiyyettir.

Ahadiyette halk için tecellî yeri yoktur. Çünkü ahadiyyet, Hakk’ın saltlığıdır; Vâcibü’l-Vücûd olan zâtın özelliklerindendir.

Kâmil için ahadiyetten bir şey tecellî ederse, halk için tecellî yeri olmayan şey ile Hakk’ın o kâmile tecellîsine kâil olarak bu tecellîyi halka değil, belki Hakk’a nisbet ederiz. Bunun içindir ki, ehlullâh halk için ahadiyet tecellîsini men’ eylemişlerdir.

Ahadiyyete âit ayrıntılar, ona özel bölümde geçmiş idi.

Cenâb-ı Hak, mutlak muvaffak edendir.