61.Bölüm-2. Kısım Ölüm Hakkında

Kısım 2

Ölüm Hakkında

Bu bölümde ölüme âit ba’zı yönleri izâh edeceğiz. Esâsen bu kitâbın elli dördüncü bölümünde ölüme âit gerekli izâhlar yapılmış olduğundan o bölümün incelenmesini de tavsiye ederiz.

Bilinsin ki ölüm, dünyâ yurdunda tabiî i’tidâl üzerine devâm şartıyla hayât sebebi olan garîzî harâretin ya’nî normal vücûd ısısının sönmesinden ibârettir.

İnsânın hayâtı, rûhların sûretsel yapılardaki kendi varlıklarına bakışından ibârettir. Sûretsel yapılarda rûhların bu bakışını devam ettiren şey, normal vücûd ısısıdır. Şu kadar ki, normal vücûd ısısının tabîî i’tidâl üzerine devamı şarttır.

Tabîî i’tidâlden kasıt, o ısının insânî bedende dördüncü derecede istivâsı demektir.

Çünkü ısının birinci dereceye çekilmesi unsursal ya’nî ateş, hava, su ve toprağa âit ısı kuvveti demek olup, o derecede bu unsursal rükûnlardan başka bir rükûn ile karışmayı kabûl etmez. Ya’nî, birinci derecede ısı nihâî haddini almıştır, demektir.

Isının ikinci derecede istivâsı, karışmayı kabûl eden ateşsel ısı demektir. “O derecede ısı diğer unsurların rükûnları ile karışmayı kabûl etmez” desen ateşin varlığının olmaması lâzım gelir. Çünkü ateş, su, hava, toprak her biri sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve rutûbetten ibaret olan dört unsurdan oluşmuştur.

Şu kadar var ki, “diğerleri kayboldu” denecek derecede sıcaklık rüknu gâlip gelirse, “ateşsel tabîat” denilir.

Eğer “diğerleri kaybolmuştur” denecek derecede soğukluk rüknû gâlip gelirse, “suya dönük tabîat” denilir.

Eğer “diğerleri kaybolmuştur” denecek derecede rutûbet rüknû gâlip gelirse, “havasal tabîat” denilir.

Eğer “diğerleri kaybolmuştur” denecek derecede kuruluk hükmü gâlip gelirse “topraksal tabîat” denilir.

Bu ikinci derecede suya dönük, havasal, topraksal denilmesi geçerli değildir; meğer ki, üçüncü dereceye inip rükûnlar ile karışmış ola.

Her hangi şey ki, onda sıcaklık ve kuruluk, üçüncü dereceden eşit olup zayıflığından dolayı diğer iki rükûn örtülü kalırsa, o şeye “ateş” denilir.

Her hangi şeyde soğukluk ve kuruluk üçüncü derecede eşit olup diğer iki rükûn zayıflığından dolayı örtülü olursa, o şeye “toprak” denilir.

Her hangi şey de sıcaklık ve rutûbet üçüncü derecede eşit olur da, diğer iki rükûn o derecede zayıf olduğu için örtülü olursa, o şeye “hava” denilir.

Hangi şey de soğukluk ve rutûbet üçüncü derecede eşit olup da diğer iki rükûn zayıflığından dolayı örtülü olursa o şeye, “su” denilir.

Unsurlar feleğini görmüyor musun? Tabîatlar feleğinin üstündedir.

Tabîatlar feleği de ustukussât ya’nî birleşik unsurlar feleğinin üstündedir.

Birleşik unsurlar feleği; ateş, havâ, su, toprak feleklerinden ibârettir.

Bundan başka tabiî sıcaklık bir derece daha aşağı inip de dördüncü derecede eşit olarak sûretlerin yapılarında diğer rükûnlarla cisme âit hayvânî karışım ile karışacak olursa, o yapı “hayvânî” olur ve ondaki normal vücûd ısısı bu derecede devâm ettikçe o yapının vücûdu da devâm eder.

Çünkü onun sıcaklığı, dördüncü derecededir, ve sıcaklığın dördüncü derecede bulunmasına “gâriziye ya’nî normal vücûd ısısı” derler.

Üçüncü derecede bulunursa “nâriye ya’nî ateşsel” derler.

İkinci derecede bulunursa “tabiî” derler.

Birinci derecede bulunursa “unsursal sıcaklık” derler.

Diğer rükûnları da buna kıyâs et. İsimlendirmede onlar da, bu izâhlara uygundur.

İşte ölüm dediğimiz, hayvânî yapıdan normal vücûd ısısının yok olmasından ibârettir. Bu yok oluşta normal vücûd ısısının tamâmı ile zıddı olan burûdet-i gâriziyyenin ya’nî normal soğukluğun oluşmasıyla olur.

Bu bahsedilen îzâhlar, tamamı ile cisim ile ilgilidir.

Rûh ile ilgili olan kısma gelince;

Rûhun yapıdaki hayâtı, o yapıya birleşme gözüyle baktığı süreden ibârettir. Ölümü de, o bakışın o yapıdan rûhun kendi nefsine doğru yükselmesinden ibârettir.

O zaman rûh bütün varlığıyla kendi âleminde devâm eder. Bu devamlılık rûhlar âleminde rûhun bedenlenmesi ne şekilde ise, o yapı şekli üzerine olup o zaman rûhun ikinci bir bedenlenmeyle varlığına hükm olunur.

Çünkü hükümleri, kendi mahalli olan o bedende açığa çıkmaktadır.

Bu mes’elede nûrânî keşif erbâbından bir çokları hatâ ederek “bedenler için haşr yoktur” demişlerdir. Lâkin biz ilâhî vâkıf ile bedenlerin rûhlar ile haşr edileceğine vâkıf olduk.

Çünkü rûhlara nisbet edilen ölüm, madde bedenin kendisinden ayrılması demektir. Bu ayrılma, onun madde bedenden yok olmasını gerektirir. Bundan dolayı rûh, belirli bir müddet vücûdda basit olarak bulunur.

Bu aynı uykuya dalıp da, uykusunda hiç bir şey görmeden uyuyan kimse gibidir. O saatte o kimse, yok gibidir. Çünkü şehâdet âleminde değildir ki, uyanık diyelim; o hâl içinde uyuyan kimse rü’yâsında bir şey de göremediği için, gayb âleminde de değildir.

Bundan dolayı onun madde bedende varlığına işâret eden bir şey de olmadığı için mevcûd, yok sayılır.

Bu konuda güneş ile de örnek vermek mümkündür. Güneş evin penceresinden içeriye ışık verdiği vakit, o ev güneşin ışığı ile aydınlanır. Oysa güneş o eve ne inmiş, ne de girmiştir.

İşte bu örnekteki ışık, hayvânî madde bedenlerden kendisine mahsûs olan bedene rûhun bakışı gibidir. Bundan başka evin penceresi yeşil camdan olursa, güneşin ışığı da evin içinde yeşil olur. Pencere kırmızı olursa, güneşin ışığı kırmızı olur.

Sonuç olarak evin penceresinin camı ne sûrette ise, ışığın evin içerisinde o şekilde ve o sûrette gözükmesi zarûrîdir. İşte bunun gibi rûh da insânî yapıya veyâhud başka bir hayvânî yapıya baktığı zaman o yapının sûreti üzerine olup o halden değişim göstermez.

Bu örnekte güneşin ışığının evden kaybolma hâlini düşündüğümüzde, ayniyle rûhun bakışının madde bedenden kalkması hâlini buluruz.

İşte “ölüm” dediğimiz de evin içerisindeki ışığın güneşin şuâsında gizlenmesi gibi olup, bu ışık kendi nefsiyle mevcûd olmadığı halde güneşin şuâsının zâtında mevcûddur.

Tıpkı bunun gibi, rûhun bakışını çekmesiyle şahsın ölü olması, o ışığın kaybolması gibidir. Rûhun zâtî devamlılığı da güneşin şuâsı örneğine kıyas edilirse, âlemde dâima mevcûd olan güneşin şuânın zâtında, evde kaybolan ışığın gizlenmesi gibidir.