3 – Salâha gelince:
Salâh, ibâdete devâmdan ibârettir.
İbâdet, Allah’ın azâbından haşyet ve mükâfâta bağlı taleb şekliyle yapılan hayra dönük amellerden ibârettir.
Salâh sâhibi, işlediği işleri Allah için işlerse de, fiillerinde dünyâsına ve âhiretine âit arttırım talebi vardır. Bundan dolayı salâh sâhibi, Allah’ın ateşinden korkmak ve cennete girmeye hırs göstermek şeklinde ibâdet eder.
Ve bu yoldaki ibâdeti kalbinde ilâhî azamet kuvvet kazandığı için o kuvvet sâyesinde âsîlikten uzaklaşarak yasaklanan fiillerden sakınmakla temizliğe nâil olur.
Bu bahsedilen şekilde ibâdete devâm etmedeki fayda ise, ibâdet edici kulun kalbindeki sevdâya ilâhî nüktenin yerleşmesidir.
Bu öyle bir derecede olur ki, bu bahsedilen yerleşmeden sonra perdenin açılmasına nâil olsa, yine o ibâdet eden kul, kesinlikle kayıtsızlığa düşemez; hakîkatlerinde şerîat ile kayıtlı olur.
İşte recâ ya’nî ümîd şartıyla olan ibâdetin devâmlılığının netîcesi budur. Çünkü salâh sâhibi olanların ibâdeti mutlaka ümîd şartına bağlanmıştır.
Muhsinler ise böyle değildir; onlar, Cenab-ı Hak’tan korkmakla berâber, ibâdetine rağbet gösterirler.
Bu izâha göre muhsinîn ile salih arasındaki fark şudur ki;
Sâlih olan kimse nefsi üzerine azâb gerçekleşmesinden korkar ve yine nefsi için cennet ni’metlerine karşı hırs gösterir. Kısaca, korkusunun ve ümîdin sebebi nefsidir.
Muhsin ise, ilâhî celâlden korkmakla berâber ilâhî cemâle rağbet gösterir. Rağbetinin ve haşyetinin sebebi, ilâhi cemâl ve celâldir.
Bundan dolayı muhsin olan Allah için muhlistir. Sâlih olan Allah için sâdıktır.
Muhsinde ayrıca bir şart daha vardır ki, o da fiillerinde büyük sayılan günâhların olmamasıdır. Sâlih böyle değildir; sâlihde bu şart yoktur.
Bunu anla!